22 Aralık 2011 Perşembe

Foto: Herkesin Bir Moya'sı Olsun

Geçen sene Guy Forget dedik, bu senenin adamı da Moya olsun..

17 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni Yıldan İstekler...

- En az bir tane Serena - Kivican eşleşmesi olsun. Petra iyi oynasın, Serena iyi oynasın winner üstüne winner izleyelim.

- Sadece bir tane çok iyi Kivican-Serena eşleşmesi olacaksa bu mutkala İstanbul'da olsun. Yılın en efsane maçını biz izleyelim, tezahürat yapalım, izleyenler "ne maç oluyor be!!" desin.

- WTA sezon sonu turnuvası biletleri zamlanmasın. Yine aynı kalabalık salonu dolsursun.

-Bir kaç tane 5 sete giden efsane maç olsun. Bu sene pek göremedik. Kimin oynadığı önemli değil, Nadal-Verdasco AO maçı tadı alalım yeter.

- Avustralya Açık'ta tek erkeklerde bu yılki süpriz yarı finalist Nishikori, Raonic, Anderson veya Ferrero olsun. Olmadı Dolgopolov.... Ve ya Granollers???

- Tomic ezim ezim ezilsin. Gelene geçene yenilsin... Sinirinden otursun ağlasın.

- Nalbandian da Dimitrov'u ezerek yensin. Yer önemli değil, önemli olan Nalbandian kazansın, Dimitrov rezil olsun. Slam maçı olsun ama.

- Arjantin takımı Davis Cup'ı kazansın.

- Kimiko slamlerde 2. turdan öteyi görsün. Düşük profilli bir turnuva kazansın.

- Sharapova ve Azarenka'nın sesi büzüşsün. Kortta o kadar değil de TV'den izlemek işkence. Kivican "Pojd!" diyebilir, çok sorun değil.

- Olimpiklerde çim uzmanları ön plana çıksın. Haase gibiler en azından bir bronz madalya alsın. Kadınlarda altın Kivi'ye gitsin, Zvonareva da bronz alsın.

- WTA'da "30 yaş civarı ilk kez slam kazanan oyuncu" kontenjanını Pennetta, Hantuchova veya Petrova doldursun.

- İyi oynayan kazansın!

14 Aralık 2011 Çarşamba

6 Aralık 2011 Salı

Veee Kazananlar....

Kategoriler:

Yılın en iyi erkek oyuncusu: Djokovic
Süpriz olmadı. 3 slam ve 5 masters sahibi olarak zaten önemli ödüllerin yarıdan fazlasına el koydu bu sezon.

Yılın en iyi kadın oyuncusu: Kvitova
Wimbledon ve sezon sonu trunuvası şampiyonu. Farklı zeminlerde şampiyonluğu var ve özellikle kapalı sert kortlarda 21-0 gibi müthiş bir grafiği yakaladı. Eski nesil oyuncuların sakatlık sorunları yaşadığı sezonda yeni nesildeki en güvenilir isim olarak göze battı.

Yılın en çok geliştirme gösteren erkek oyuncusu: Djokovic
Geçen sene yılı slam finali ile kapatmasına rağmen bu yıl bu kadar ezici bir grafik yakalayacağını kimse tahmin etmiyordu.

Yılın en çok geliştirme gösteren kadın oyuncusu: Kvitova
Geçen sene slam yarı finali vardı. Bu sene tüm kortlarda var olmasının yanında yaşıtlarına da net bir üstünlük kurabilmeyi başardı.

Yılın en iyi grand slam turnuvası: US Open

Yılın en iyi erkekler maçı: Nadal - Djokovic US Open
Skor olmasa bile tenis kalitesi açısından doyurucu bir finaldi. Alınan bazı puanlar hala akıllardadır.

Yılın en iyi kadınlar maçı: Date Krumm - V. Williams Wimbledon 2. tur maçı
Biri sakat, biri veteran iki oyuncunun 1990'ları hatırlatan çekişmeli ve zevkli mücadelesiydi.

Yılın en iyi erkek çiftler takımı: Bryan/Bryan

Yılın en iyi kadın çiftler takımı: Huber/Raymond

Yılın en centilmen erkek oyuncusu: Nadal
Kort içi ve kort dışını en iyi ayırabilen oyunculardan. Rekabetçilik başka, centilmenlik başka şeydir.

Yılın en centilmen kadın oyuncusu: Radwanska ve Stosur
WTA denen cadı kazanında ikisinin de bir hatasını görmedik, bu bile yeterli :)

Yılın olayı: Djokovic'in dominasyonu

Yılın coachu: Kotyza
"Panikcan" Petra Kvitova'nın panzehiri. İnanılmaz sakin ve tatlı görünen bir insan. Yanına oturulası...

Yılın Davis Kupası oyuncusu: Ferrer
Görevden kaçmayan takım oyuncusu. Bu kupada toprakta mağlubiyet yüzü görmedi.

Yılın Fed Kupası oyuncusu: Kvitova
Özellikle kapalı sert kortlarda takımın en güvenilir ismi.

Almagro Blogluyor...

Almagro aynen bizler gibi mütevazi bir blog açtı geçenlerde. Şu aralar hevesle yazıyor, ama İspanyolca...

Son postu Davis Cup'a katılmaması hakkında. Tipinden beklenmeyecek şeyler söylemiş. Okumaya değer.

5 Aralık 2011 Pazartesi

True Grand Slam 2011 Ödülleri

Not: Bu post oylama bitene kadar blogda en üstte kalacak, yanlış anlaşılma olmaması için bunu açıklama gereği duydum. Blog güncellenmiyor sanılmasın...

Geçen seneden biraz daha erken açıyoruz oylamayı sabredemeyip. 5 Aralık Pazartesi akşam 21.30'da oylamaya son verip, saat 22 sularında da kazananlara dair bir post atacağız. 5 günlük bir süre mevcut yani. Dileyen haftasonu oynanacak Davis Kupası'nı bekler, dileyen hemen kullanır oylarını.

Kategoriler:

Yılın en iyi erkek oyuncusu: ?
Yılın en iyi kadın oyuncusu: ?
Yılın en çok geliştirme gösteren erkek oyuncusu: ?
Yılın en çok geliştirme gösteren kadın oyuncusu: ?
Yılın en iyi grand slam turnuvası: ?
Yılın en iyi erkekler maçı: ?
Yılın en iyi kadınlar maçı: ?
Yılın en iyi erkek çiftler takımı: ?
Yılın en iyi kadın çiftler takımı: ?
Yılın en centilmen erkek oyuncusu: ?
Yılın en centilmen kadın oyuncusu: ?
Yılın olayı: ?
Yılın coachu: ?
Yılın Davis Kupası oyuncusu: ?
Yılın Fed Kupası oyuncusu: ?

Davis Kupası: Şampiyon İspanya!

Davis Kupası'nın son gününde sürpriz olmadı ve Nadal, Del Potro'yu yenerek İspanya ile 4. şampiyonluğunu kazandı. İspanya'nın 21. yüzyılda kazandığı 5. şampiyonluk oldu bu, ki takımın 20. yüzyılda şampiyonluğu söz konusu değil. (teniste de istatistikleri "yüzyıl" tandansında verince iyice tarihçi zannetmeye başladım kendimi ama neyse)

Kesinlikle beklenenden daha zor geçti maç. Ama bir o kadar da keyifliydi. Nadal'ın ilk oyunda Del Potro'nun çift hatalarıyla servis kırmasından sonra 7 oyun üst üste kaybetmesi şaşırtıcıydı. Del Potro, cuma günkü 5 saatlik maçın ardından beklenmedik şekilde iyi başlamıştı ve Nadal da hiç iyi gözükmüyordu. Del Potro'nun atak yapmasına çok müsait toplar atıp sette toplam 19 winner yedi. Öte yanda kendisi sadece 3 winner vurabilirken savunmada da zayıf kaldı.

İkinci setin de ilk oyununda servis kırdırdı. Del Potro'nun servis kırdıktan sonra 40-0'dan verdiği oyun bana göre maçın dönüm noktalarından en önemlisiydi. Çünkü Del Potro'nun maçın başında yakaladığı momentum öyle bir momentumdu ki, orada kaybetmese ona maçı bile kazandırabilirdi. Resmen arkasına bile bakmadan seriye bağlamış, dört nala koşan at gibiydi. Orada biraz karakter göstermeyi başaran Nadal (nihayet) o seti kafa kafaya oynamayı başardı. 5-4'te servis karşılarken oynadığı oyun ve henüz ilk set puanında seti hanesine yazdırması da bu yılki karakterine tam ters bir görüntüdeydi. Nadal bu sene kritik puanları her zaman olduğu gibi iyi oynayamıyordu ama yılın sonunda bunu çok önemli bir noktada başardı ve iyi puanları sadece arada bir değil, arka arkaya dizerek oynamayı başardı ki bu da bu maçın kilidi çözen noktalarından biriydi onun adına.

Daha sonra Del Potro'nun düşüşü ve Nadal'ın özellikle servis oyunlarında coşarak puan kaybetmeden yürümesi ve 6-1 aldığı set... Dördüncü sete de o momentumla girdi ama Del Potro da inanılmaz mücadelesini sürdürerek geriden gelerek sete ortak oldu ve hatta öne geçmeyi başardı. Maçın ikinci kilit noktası da burada geldi. 5-3'te set için servis atan Del Potro 30-15 öndeydi ve sadece iki puana ihtiyacı vardı ama üst üste üç puan kaybederek (servis kırma puanında, tam olması gerektiği yerde yine büyük oynayan bir Nadal vardı, onu da belirtmemiz gerekiyor) servisini kırdırdı. Nadal 6-5'te şampiyonluk için servis atarken servisi kırdırsa da açıkçası tiebreak'i kazanacağına çok emindim, ki beklediğimden ezici bir üstünlükle 7-0 ile, puan bile vermeden aldı ve şampiyonluğu İspanya'ya getirdi.

İspanya 2000'de ilk şampiyonluğunu almıştı Costa, Ferrero, Moya ve Correjta'lı jenerasyonla. 2004'te bunlara Nadal da eklenerek bir harman oluşturdukları ikinci şampiyonluk gelmişti. 2008, 2009 ve 2011'de ise Nadal, Ferrer, Verdasco ve Lopez'in getirdiği şampiyonluklar söz konusuydu. Ama artık işleri o kadar kolay gözükmüyor. 29 yaşındaki Ferrer takımı bıraktığını açıkladı. Lopez de aynı şekilde çok büyük ihtimalle son Davis Kupası serisi olduğunu söyledi bunun, ki o 30 yaşında. Nadal da seneye olimpiyat senesi olduğundan Davis Kupası oynamayacağını söyledi. Bu durumda geriye Verdasco kalıyor. O da çok genç sayılmaz açıkçası, 28 yaşına geldi. (elimizde büyüdü kereta dimi? aslında hala büyümedi pek, forever şaklaban) Ve tabii nedense son senelerde hemen hemen hiç tercih edilmeyen halihazırda dünya 10 numarası Nicolas Almagro. Muhtemelen seneye Almagro ve Verdasco'nun liderliğinde gidebildiği yere kadar gidecek İspanya. İlk turda toprakta (toprağı seçeceklerini varsayıyorum) Kazakistan'a karşı bu isimlerle kazanmaları kolay gözüküyor. Arkadan Rusya-Avusturya galibi söz konusu ki bu da geçilebilir Granollers, Almagro, Verdasco ve Marc Lopez'li takımla. Yine de şampiyonluğu alamayacakları kesin gibi. 2012'de de Rafa 27 yaşının içinde olacak ve Ferrer'siz onun da o yaştan sonra takımı tek başına sırtlaması pek mümkün gözükmüyor. İspanya için son 11 yılda süper jenerasyonla 5 şampiyonluk geldi ve bence bu son kurşunlarıydı, tadını çıkarsınlar...

Arjantin'i unutmayalım. 4. kez finalde kaybettiler son 10 yılda. Nalbandian ve Del Potro'ya baktığımda seneye daha da iyi oynayabileceklerini görüyorum açıkçası. Monaco keza toparlıyordu senenin sonuna doğru. İspanya'nın aksine seneye daha da iyi olabilirler. Özellikle Del Potro biraz daha form bulursa neler yapabileceğini çok iyi biliyoruz. Seneye eğer Nalbandian ve Del Potro oturup Olimpiyatlar'dan ziyade Davis Kupası'na odaklanma kararı alırlarsa kesinlikle çok ciddi şansları var kazanmak için. İlk turda Almanya deplasmanı kolay değil ama eğer onu geçerlerse çeyrek, yarı ve finali kendi evlerinde oynayacaklar gibi gözüküyor, ki bu harika bir avantaj olabilir onlar için...

3 Aralık 2011 Cumartesi

İspanya 2 - Arjantin 1

Feliciano Lopez bugün Eduardo Schwank, David Nalbandian ve Fernando Verdasco'ya karşı verdiği mücadeleyi 3-0 kaybedince Arjantin'in kupa umutları devam eder oldu.

Maç 6-4/6-2/6-3 ile noktalandı. Lopez 9 oyun alırken, Schwank ve Nalbandian ikilisi 13 oyun aldı. Verdasco da büyük gayretleriyle Arjantin ekibine 5 oyun kazandırdı. Nalbandian özellikle refleksleri ve returnleri açısından kötüydü, ama takımı batırdı diyemem, giderek toparlandı zaten. Schwank çok sağlam oynadı, hata yapmadı desek yeridir. Lopez ise tek başına verdiği mücadelede özellikle 3. setin sonlarına doğru oldukça yorgun düştü. Ama Fransa yarı finalinin aksine filede etkiliydi bugün.

Arjantin takımı yarın Del Potro'nun oynayacağını açıkladı. Sırbistan'ın Djokovic hikayesine dönmezse yarın 14:00'de Nadal-Del Potro maçı var yani. Yayın Sports TV'de olacak ama öncesindeki maç yüzünden başları kaçabilirmiş. Olası 5. maça ise İspanya'dan David Ferrer, Arjantinden ise Nalbandian çıkar sanıyorum. Del Potro maçında "Daavid! Daavid!" diye bağıran İspanyol seyirciler bu sefer nasıl tempo tutacaklar merak ediyorum.

Video: Rafa'nın "Rafa" Puanı

2 Aralık 2011 Cuma

İspanya 2 - Arjantin 0

Sadece 2 set izleyebildiğim bir gündü. Ama izlediğim 2 setten de gayet memnunum.

Monaco Nadal'ın önüne atılmış bir yemdi, bunu zaten yazmıştık. Bugün Monaco tam da bu senaryoya uygun bir tutumla 4 oyun alarak yenildi. Ama bir yem olarak elinden geleni yaptı, Rafa ile yaptığı maç iki buçuk saat kadar sürdü. Yordu yani adamı. Nadal'ın son 2 eşleşmede maçlarını ne kadar rahat kazandığı dikkatinizi çekti değil mi? Kortlar adeta Nadal için özel tasarlanıyor İspanya'da. Onun oyununu en iyi yansıtabileceği şekilde.

Sonra eşleşmenin en kritik maçına geldik: Del Potro - Ferrer. Ferrer bu güne dek topraktaki hiçbir Davis Cup maçını kaybetmemişti... Ama Del Potro ondan neredeyse iki buçuk hafta daha uzun süre antreman yapmıştı bu maç için. Ferrer toprakçıydı... Ama Del Potro ondan 6 yaş daha gençti. Ferrer kendi evindeydi... Ama Del Potro 23 cm daha uzundu!

Beklenen çekişmeyi aldık maçtan. Del Potro'daki form düşüklüğünün ve Ferrer'in WTF yorgunluğunun izleri vardı maçta. Yine de izlediğim bölümü zevkliydi. Ferrer ilk seti 6-2 aldı. İkinci sette bir break geriden gelse de tie-break'e gidilince kaçınılmaz olarak seti kaybetti. İkinci sette kendi break avantajını değerlendiremedi ve seti 6-3 kaybetti. 4 oyun üst üste vererek hem de. Sonraki sette yine break avantajı buldu ve yine break kaybetti. Ama Del Potro sette kalmak için servis atamadı ve seti 6-4 kaybetti. Ben şahsen 4. set esnasında "dayan Ferru, bu seti alırsan maç senin" diyordum. Tam da beklediğim gibi 5. sette yorulan ve oyundan düşen Del Potro oldu. Ferrer 5-1'de maç için servis atarken biraz fanteziye kaçınca servis kırdırdı. Ama ikincide affetmedi ve 6-3 ile seti ve maçı noktaladı. İzlediğim bölümde Del Potro'da gördüğüm 2 önemli eksik: 1. servis atamadı ve rallileri yönlendiremedi. Ralli içinde sadece bulduğu bazı fırsatları değerlendirmekle yetindi.

Şimdi ibre büyük ölçüde İspanya'ya döndü. Ferrer Del Potro'yu yenmekle kalmadı, 5 saate yakın da kortta tuttu. Olabilecek en iyi senaryoydu bu. Utanmasam 2 seti bilerek kaybetti diyeceğim. Yarın İspanya kaybeder, Lopez-Verdasco çiftinden bir halt olmaz gibi geliyor bana. Eşleşmenin Nadal-Del Potro maçı ile neticelenmesi olası.

1 Aralık 2011 Perşembe

Video: Deve - Cüce


1:38'den itibaren :)

Davis Cup Finali: İlk Gün Maçları

Nadal - Monaco
Ferrer-Del Potro

İlk maç için Juan Monaco yem olarak kullanılmış. Bu maçı Arjantin'in alması çok zor. 2 numara olarak kim gelirse gelsin Nadal silkeleyip alır gibi görünüyor. WTF'da son durumu kötüydü ama US Open'da finalin son setinde de kötüydü, 3 gün sonra yarı final maçına çıkıp dağıttı Fransızları. 2009 final serisi de iyi örnek. Bence bu maç İspanya'ya gider.

Del Potro-Ferrer maçı tamamen Del Potro'nun durumuna bağlı. Del Potro yarı final maçlarında iyiydi ancak ondan sonra sert zeminde inişe geçti. Gerçi o zamandan hedefini Davis Cup finali olarak belirlemişti. Bu arada dizinden de bir sakatlık geçirmiş galiba, sonradan duysak da. Ferrer WTF'da pili bitene kadar iyiydi. 1 hafta da ne kadar toparlanmıştır bilemiyoruz. Bu maçtan her sonuç çıkabilir, özellikle uzunca bir süredir Del Potro'yu izlemedik, meraktayız.

Yarınki seriden 1-1 sonucunun çıkması Arjantin için avantaj olıur. Ne içtiğini bilemediğim Costa, çiftler için Lopez-Verdasco ikilisini düşünmüş yine. Bu ikili yarı finalde utanç vesilesi bir oyun ortaya koydular. Bilmediğimiz bir durum vardı belki ama Granollers bence kesinlikle şans verilmesi gereken bir isimdi. Yanına da soyadı Lopez olan herhangi bir oyuncu verilebilir. İzlediğim kadarı ile kim olursa olsun yarı final maçında izlediğim ekipten beter olamaz.

4. maç büyük ihtimalle dead rubber olmaz. Nadal gerilimli de olsa, zor da olsa söker bu maçı bence. Kort, tahmin edilebileceği gibi, oldukça yavaşmış. 4. maçın canlı kalması işin Ferrer'de çözüleceği anlamına gelir. Ferrer'in pilinin finalde bitmemesini çok isterim. Davis Cup İspanya ekibinde yıllardır ondan daha devamı bir oyuncu yok, bu yıl da özellikle Amerika deplasmanında takımı sırtladı. Şimdiden kendi adıma yılın Davis Cup oyuncusu seçtim, yolu açık olsun...

Video: Novak Djokovic'in Muhteşem Yılı

30 Kasım 2011 Çarşamba

Sorular?

Russell ile bir podcast yapalım diyoruz. Sezon sonunda genel değerlendirme gibi bir şey olsun dedik ama fikirlerinize de ihtiyacımız var.

1- Özellikle konuşulmasını istediğiniz konular veya cevaplamamızı istediğiniz sorular var mı?
2- Podcast ne uzunlukta olmalı sizce? Kaçıncı dakkikada bayılıp kapatırsınız?

29 Kasım 2011 Salı

Kapanış 1. Perde: Sezon Sonu Turnuvaları

Sezonun bittiğini bize anlatan iki turnuva var. Aslında tenisçilerin çoğu son ana tablolu turnuvada sezona veda etse de, gözler yıldız oyuncularda olduğundan sezonun bittiğini bize sezon sonu turnuvaları anlatıyor. Sezon sonu turnuvaları bittikten sonra da bis olarak Davis Cup ve Fed Cup maçları oynanıyor.

ATP'de bis aşamasına geldik. Davis Cup finali oynanacak bu hafta ve Ocak ayına kadar tek tük oynanan gösteri maçları haricinde tekler oyuncularını maç yaparken izleyemeyeceğiz. Bu postta sezon sonu turnuvalarının son bir kaç yılda oluşan karakterlerine bir bakmak istedim.

Bu kupa benim "lanetli" olarak tanımladığım kupa. Sebebi basit, son 4 yıldır kazananlar, son 2 yıldır ise finalistler bir sonraki sene rahat yüzü görmüyorlar. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Ama önemli sebeplerden birinin oyuncuların yıl içi form eğrileri olduğu açık. Oyuncuların form eğrileri o yılki rekabetin şiddeti ile alakalı olabileceği gibi kendi tercihlerinden de kaynaklanabiliyor. Örneğin bu sene bu kupadan Nadal ve Djokovic'in, 2009'da Federer'in ve kısmen Nadal'ın, 2008'de yine bu ikilinin kopmalarının nedeninin yıl içerisinde sarfettikleri efor olduğu söylenebilir. Hatta 2009 yılında Federer sezonun son aylarını gözden çıkardığını haftalar önceden ilan etmiş, Basel'i bile Djokovic'e teslim etmişti. Buna sebep olarak Avustralya Açık'a hazır gitmek istemesini göstermiş ve ne kadar yerinde bir karar olduğunu da sonradan görmüştük. Nadal ve Djokovic de bu yıl (Nadal geleneksel olarak son yıllarda) sonbahardan sonra el ele bir kopuş yaşadılar ki ilk 9 ayı birbirleri ile itişerek geçirdiklerinden bunu da normal karşılamak lazım. Sonuçta ikisi yılın ilk 7 ayındaki tüm önemli kupalara ambargo koymuşlardı. Bu nedenle sezon sonuna gelindiğinde sezonun önceki bölümlerini daha rahat geçiren Federer ve Ferrer gibi isimler sezon sonunda daha etkili oldular. Hatta daha da ilginç bir tespit, Indian Wells-Miami turnuvalarında beklentilerin altında kalan Federer-Ferrer-Murray üçlüsü sonbahar döneminde en fazla dikkati çeken isimler oldular. Bu turnuvaların önemi ikisinin toplamda bir aylık bir süreyi kaplaması ve bu turnuvalar öncesinde de zaten oyuncular için bir kaç haftalık bir dinlenme sürecinin olması. Ferrer bir istisna sayılabilir gerçi ama Federer ve Murray için durum bu. Federer Murray'e kıyasla daha iyi sonuçlar almasına rağmen son bir kaç yıldır Avustralya Açık'tan sonra inişe geçen, Monte Carlo'da dibe vurup sonra tekrar yükselmeye başlayan grafiğini bu dönemde antreman sürelerini azaltmak gibi önlemler aldığına yormak mümkün. Sonuçta yaklaşık 7-8 haftalık bir süreci hafif tempoda atlatan bu isimlerin biriktirdiği enerji sonbahar döneminde yol-su-elektrik olarak geri dönüyor anlaşılan. Bu savı doğrulayan bir başka isim de 2009 yılında toprak sezonunda ortalarda olmayıp, sezon sonunda esen Davydenko. İstisnayı bozan durum ise 2010 itibarı ile Nadal. Ama unutmamak gerekir ki o yıl Barcelona'yı atlamak gibi daha akıllı politikalar izlemiş, hiç Davis Cup maçı yapmamış yani o dönemde bu yıla kıyasla daha az maç yapmıştı.

Kazananların bir yıl sonraki durumları ise ayrıca ilginç. Aslında sezon sonu turnuvasını kazanan oyuncuların ivmelerini bir sonraki sezonun başına taşıyabildikleri bir gerçek. 2009 ve 2010 şampiyonları yıla Doha zaferi ile başladılar. Davydenko Avustralya Açık'tan çok üst düzey tenis oynayan bir Federer'e kaybederek elendi. Bir sene sonra da Federer alışılmadık kadar iyi oynayan bir Djokovic'e kaybedene kadar aynen bir sene öncesinin Kolya'sı gibi oldukça iyi bir performans gösteriyordu. Genelde sezon sonunda, sonbahar ayında iyi performans gösteren temel sorunu bu ivmeyi bahar ve yaz döneminde kaybetmeleri. Bu zaten 2 grand slam demek. Tekrar ivme artırdıkları Eylül ayı döneminde de Amerika Açık'ta yine görece iyi sonuçlar alsalar da en rahat oyunlarını Eylül ayından sonra oynamaya başlıyorlar.

Özetlemek gerkirse genel eğilim oyuncuların yaklaşık 6 ay kadar bir süre ile zirve yaptıkları ve kendi aralarında tuhaf bir döngü oluşturdukları. Döngülerde devir teslim genelde Mart ayında oluyor. Mart ayında gelen grup Wimbledon sonuna kadar, eğer nefesleri yeterse de Eylül ayına kadar bu tempolarını koruyorlar. Bu sene ilk 9 ayı domine eden Djokovic bir istisna. Ama 3 yıl üst üste Roland Garros-Wimledon dublesi görmek de tesadüf değildir.

Kadınlarda durum biraz daha farklı. Genellikle şampiyonların o yıl oynadıkları veya bir sonraki sene oynayacakları sezona göre değerlendirilmeleri güç. Ama ortak özellikleri slam şampiyonu olmaları. Çoğu da birden çok kez. Örneğin, şimdilik bir slam kazanamamış Wozniacki veya Jankovic gibi 1 numaraların bu turnuvada başarılı olamadıklarını görüyoruz. Bunun da slamlerin ve bu turnuvanın "en iyilerin en iyisi kazanır" yapısı ile ilgili olabilir. Slamler, oyuncuların olabilecek en iyi kondisyonla geldikleri turnuvalar. Sezon sonu turnuvası için aynı şeyi söyleyemeyiz ama bir şekilde buraya kadar gelen tenisçilerden diğerine oyun anlamında net üstünlük kuranların şampiyon olduğunu görüyoruz. Tıpkı yine bu turnuvadakine benzer şekilde herkesin kendini ispatlamaya çalıştığı slamlerdeki gibi.

27 Kasım 2011 Pazar

Londra: Şampiyon Federer!

Federer yine yaptı! 6. defa sezon sonu şampiyonasını kazanmayı başardı ve Sampras'ın 5 olan rekorunu böylece kırmış oldu. Ayrıca üst üste 2. kez yenilgisiz kazandı burada. Baştan sona kötü giden turnuvayı iyi bir finalle bitirdik en azından, o da ayrıca güzel oldu.

Aslında ilk 1.5 set çok enteresan değildi. Federer ilk sette tek servis kırmayla seti götürmüş, ikinci setin başında biraz morali bozulan Tsonga hatalarla servisini kırdırmıştı ve Federer için kolay bir galibiyet gibi gözüküyordu. Ama ne olduysa Federer şampiyonluk için servis atarken oldu. İlk servisleri oyuna sokamadı Federer ve Tsonga da harika return'ler yaptı. Sonuç olarak Tsonga servis kırarak sete ve maça geri döndü. Tiebreak'te de 5-2 öndeydi Federer ve şampiyonluk puanı da yakaladı 6-5'te Tsonga servisinde. Bu zor durumların hepsinde çok agresif, çok cesur ve alkışı fazlasıyla hak eden bir tenis oynayan Tsonga geriden gelerek seti almayı başardı.

Yine de Federer son set için benim gözümde favoriydi çünkü fiziksel olarak turdaki en iyi oyuncu olmadığı kesin olan Tsonga'nın bu kadar eforun ardından yorgun olacağı ve Federer'in de sırf şampiyonluk puanı kaçırıp seti kaybettiği için bu sette sermeyeceği kesindi. Öyle de oldu. 4-3'e kadar Federer hiç zorlanmadı serviste. Tsonga da servis kırma puanıyla karşılaşmadı belki ama daha rahatsız duruyordu. 4-3'te Tsonga'nın yorgunluğu iyice ortaya çıktı. Şutlarındaki güç bariz şekilde azaldı ve hareket etmekte normalden de fazla zorlanıyordu. İlk servisler de gidince uzun süren oyunun ardından servisini kaptırdı. Bu kez ikinci sette yaptığı hatayı yapmayan Federer ilk servisleri oyuna sokarak maçı bitirmeyi başardı.

Federer rekoru kırmasının yanında maç kazanma serisini 17'ye çıkardı. Yeni sezona büyük bir özgüvenle ve moralle girecek. Gerçi 2011'e de aynı şekilde girmişti ama sonrasında sezon onun için hiç de iyi gelişmedi. Ama zaten bunları konuşacağımız, detaylı yazacağımız yazılarımız olacak, önümüzde zaman çok. Şimdi Federer taraftarları için sevinme zamanı. Çünkü kötü bir sezonun sonunu olabilecek en iyi şekilde getirdiler.

Sezonun son maçlarını haftaya izleyeceğiz. Cuma-cumartesi-pazar günleri Davis Kupası finali var Sevilla'da İspanya ile Arjantin arasında. Londra'da beklentiler yüksekti ama kalite düşüktü. Davis Kupası için de beklentiler düşük ama umarız kalite yüksek olur...

Londra Finali: Federer-Tsonga

Yarı finalleri maalesef ne ben ne de kirpi izleyebildik. O yüzden maçlar hakkında yorum yapmamız güç. Federer-Ferrer maçı beklenen şekilde gelişmiş zaten. Bir yakın-bir rahat set Federer için. Federer-Ferrer eşleşmesinin klasik maçlarından biri gibi gözüküyor. Maç yorumları Federer'in iyi oynamadığı ama iyi servis atarak ve file önünde etkili olarak kazandığı. Ferrer'in ise yorgunluğu dünkü Berdych maçının sonunda ortaya çıkmıştı. Bugün de gündüz maçını oynaması büyük şanssızlık oldu. Dün Berdych'e önde olduğu maçı kaptırmasa hem Tsonga ile oynayacak hem de 6 saat fazladan dinlenme imkanı bulacaktı.

Berdych-Tsonga maçı tamamen ortada gözüküyordu ve 3 sete gitmesi muhtemeledi. Ben açıkçası kim kazanırsa kazansın 2 sette kazansın da Federer'e karşı yorgunluk sorunu yaşamasın finale çıkacak oyuncu, belki keyifli bir maç izleriz diye düşündüm. Tsonga'nın agresif tenisi epey övgü almış, Berdych'in de daha iyi oynayabileceği yazılmış.

Sonuç olarak kötü bir turnuvanın sonuna geldik. Şu ana kadar akıllarda kalacak hiçbir maç olmadı. (Federer'in Nadal'a; Ferrer'in Djokovic'e karşı galibiyetleri elbette akılda kalacak ama burada kast ettiğim geçen seneki Murray-Nadal gibi iki tarafın da iyi oynayıp epik bir mücadelenin tarafı olması) Umarım en azından final maçı keyifli olur. Bu sene 8. defa oynuyor Tsonga ile Federer. 2011'e kadar sadece 3 kez oynamışlardı. (2008, 2009 ve 2010'da birer kere) 5-2 Federer önde bu seneki maçlarda. Ayrıca diğer bir ilginç not üst üste 3. pazar karşılaşacak olmaları. (Paris finali, Londra grup maçı ve şimdi de Londra finali)

Saat 19.30'da final maçı NTV Spor'da canlı yayınlanacak. İyi seyirler!

26 Kasım 2011 Cumartesi

25 Kasım 2011 Cuma

WTF: Yarı Finaller

İlk gün ne güzel maçları yazmıştık buraya.. sonra hayatın temposu vurdu bizi.

Yarı finaller Ferrer-Federer, Tsonga-Berdych şeklinde oluştu.

Turnuvanın şu ana kadarki süprizi kuşkusuz David Ferrer. İlk maçında Murray'i set vermeden yenince önce şaşırdık, ama sonra Murray çekilince "Sakatmış, ondan olmuş" dedik. Sonra Djokovic maçı geldi ve ilk maçında Berdych'i 3 sette geçen Novak çokoprensimizi avlar diye düşündük. Turnuvanın iki önemli hezimetinden biri olan maçta sadece 4 oyun vererek geçti Djokovic'i David. Son maçta Tipsarevic'i maç puanı çevirerek yenen Berdych ile oynayacaktı Ferrer. Tipsarevic tam bir kıyamet alameti olarak Djokovic'i 3 sette mağlup ettiğinden kaderin bir cilvesi olarak bu maç Berdych'i ya lider yapacak ya da turnuvadan şutlayacaktı. Ferrer sanki yarı finali garantilememiş gibi aynı ciddiyetle oynadıysa da sonlara doğru pili bitti, Berdych lider çıktı, Djokovic evine gitti.

Diğer grupta işler A grubuna paralel bir biçimde ilerliyordu. Grubun en üst sıralamalı oyuncusu Nadal, aynen Djokovic gibi tenekeden bir performans göstererek ilk maçında grubun kömürü Fish'i yendikten sonra, ikinci maçında Federer'den 3 oyun alabilerek hezimete uğradı. Son maçını 3. sete taşıyabildi ki taşımasaydı daha iyiydi zira çok kötü bir maçtı. Tsonga ilk maçında Federer'e kaybettikten sonra Fish ve Nadal'ı yenerek grup ikincisi olurken, herkesi döven Federer grup lideri oluyordu.

Oyuncuları gruplayarak analiz edersek,

Veteran yıldızlar: Ferrer ve Federer (Ferrero olsa, o da iyi oynarmış demek ki). Bu iki yaşlı başlı adam bu hafta tüm maçlarında iyi performans gösterdiler, Ferrer'in son anda pilinin bitmesini saymazsak. Federer bazen maç içinde düşüşler yaşadığından 2 set kaybetti. Başından sonuna kadar (topu topu 1 saat gerçi) müthiş oynadığı maç Nadal maçıydı. Ferrer ise her maça aynı ciddiyetle çıkarak (sözüm sana Azarenka), temiz temiz gruptan çıktı. Ferrer'in bu sene bu kadar iyi olmasının nedeni servisleri bence. Kötü servis atması da bir maça mal oldu zaten Zaten hızlı hareket edip topu alabilen bir isim ama, servisleri ona oyun kurma avantajını fazlasıyla sağlıyor. Rallilerde vuruş çeşitliliğinden faydalandığı açıkça görülüyor. Federer ile yarı finali zevkli geçebilir, ama Federer alır bence büyük bir saçmalık olmazsa. İnşallah Ferrer'in bugün son setteki yan gelip yatması yarına olumlu yansır enerji anlamında.

Aferin alanlar: Berdych ve Tsonga. Ara sıra da olsa seyir zevki yaşattıkları için. Ama turnuva başından beri ikisinin de çok ahım şahım performanslar ortaya koymadıklarını belirtmek gerekir. Özellikle Berdych bence grup lideri olmasa daha iyi olurdu. İkili averaja lanet olsun. Aslına bakarsanız bu sene turnuva inanılmaz tatsız maçlara sahne olduğundan seyir zevkini ara sıra bozmamak bile aferin almak için yeterli. Ama yine de bu ikisinin yarı final maçını kaçırırsanız üzülmeyin.

Bitaplar: Nadal ve Djokovic. İkisinin de bir maç kazanabilip elendi, ikisinin de beyanatları aynı. "Yorgunuz, biraz sakatlık var, çok maç yaptık, dinlensek ne güzel olur, isteğimiz azaldı". Öte yandan 29 yaşındaki Ferrer'in de Djokovic kadar maç yaptığını görüyoruz. Bu sene bu ikisini bitiren beklentilerin altında ezilmek oldu bence. Spot ışıklarından kaçabilenlerin zaten sezon sonunda daha iyi olduklarını görüyoruz. Bir de çok turnuvaya katılan ama fazla ilerleyemeyenler daha az yoruluyor galiba. Berdych de böyle bir tenisçi mesela. İkisi de turnuvanın en ağır hezimetlerini aldılar şimdilik. Skor olarak Nadal daha ağır yenildi ama hadi o zaten Federer'e kaybettiği 9 maçın 5'ini kapalı sert zeminde kaybetmiş zaten. Djokovic'in kapalı sertte iyi oynarken gidip de toprakçı Ferrer'e (ki daha önce sert zeminde yenimlemiş) sadece 4 oyun alarak yenilmesini anlamak zor. Federer kapalı sertte zaten Nadal'a üstünlük kurmuşken Nadal'ın kötü oynaması farkı açabiliyor. Ama Djokovic, Ferrer maçında 2009-2010 yıllarındaki gibi oynadı ki o zamanlarda yenerdi Ferrer'i bu zeminde. Dediğim gibi bu fark Ferrer'den geldi biraz.

Kömürler: Murray ve Fish. İkisinin de sakatlık sorunları vardı. Murray turnuvaya devam edebilmek için bir sebep göremeyip çekilirken, Fish ne sebeptendir bilemiyoruz devam edip 3 maçını da kaybetti. Biri Nadal'dan biri Federer'den olmak üzere iki set alabildi.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Nadal-Fish Maçı

Federer-Tsonga maçının neredeyse aynısıydı. Fish buraya gelirken gördüğümüzden daha iyiydi, ama hala gruptan çıkacak kadar iyi değil.

Asıl mesele Nadal'daydı. Uzun zamandır oynamadığından kötü başlamasını bekliyorduk. İlk set Fish'ten beklediğimiz rezalet oyunun da yardımı ile 6-2 Rafa'nın oldu. İkinci sette işler tersine döndü, Fish iyi oynarken Rafa düşüşe geçti. 6-3 ile Fish'in oldu set. Final setinde kendi oyununu sıfıra karşı aldıktan sonra servis de kırdı ama kırmasıyla kortun dışına kaçması bir oldu. 2 dakikayı geçti Rafa yok. Lahyani kendi servis oyunundan önce mola alması gerektiğini söylediğinden sandalye arasında gidememiş bu. Fish de anlamadı ne olduğunu ama Nadal 2 dakika çişini tutamamış birine de benzemiyordu korttan kaçarken. Sonra geldi arka arkaya 3 oyun verdi. Servis aralarında dizine dayanıp dinlenmeler falan... 3-2 Fish öndeydi servis kırma farkıyla, ama tam o noktada o kadar kötü bir servis oyunu oynadı ki maçı da elinden kaçırdı. Nadal sonraki servislerine zorlanarak tutunduysa da sonra gereken yerde oyununu yikseltip 5-4 öndeyken Fish servisinde maç puanları buldu ama değerlendiremedi. Son Fish oyununu tie-break istermiş gibi oynadı ve tie-break oyununda doğru tercih yaptığını göstererek 2 mini-break ile 76(3) aldı seti. Maç sonunda benim tahminlerimi doğrulayarak midesinin maç esnasında kötü olduğunu söyledi.

Nadal'ın sonraki maçları bundan iyi olur. Ama bir Nadal takipçisi olarak da şu turnuvayı kazanmasını istemiyorum açıkçası. Kaç senedir hayrını gören çıkmadı. Davis Cup'ı alsın bence.

Turnuva seyircisine de iki çift lafım var. Servis atılırken bağırılmaz. Beceremiyorsanız düzenlemeyin turnuvayı canım! Burada gece 12'de metrobüse binecek bir tenis sever kitlesi var!!

20 Kasım 2011 Pazar

Federer-Tsonga Maçı

Tekler için kötü bir açılış maçıydı. Son anlarını yakaladığım Nestor/Mirnyi - Bopanna/Quareshi maçı daha zevkliydi diyebilirim.

İlk set Federer'in iyi oyunu ve Tsonga'nın hataları ile 6-2 bitti. Tam biz bu maç 50 dakika bile sürmeyecek derken hoop, ikinci sette Federer saçmalamaya başladı. Bu seti o 6-2 kaybetti. Final setinde ise servisinde ilk sallanan oyuncu Federer olduysa da krizi atlattı. Sonra Tsonga zorlanmaya başladı ve bir oyunu servis kırma puanı çevirip aldıysa da maçta kalmak için bunu başaramadı ve 6-4 ile seti ve maçı kaybetti.

İzlemeyenler bir şey kaçırmadı. Bolca garip garip hatanın olduğu tatsız bir maçtı. 3-5 güzel puan ancak olmuştur. Tsonga genel olarak servislerinde sıkıntı yaşadı, ikinic seti ikinci servisleri ile görütdü zaten. Federer ise artık kendisinde alıştığımız "iyi aslında ama, hem maç içinde hem set içinde dengesiz" olma özelliğinden bir şey kaybetmedi.

Grupta Fish'i etkisiz eleman gibi kabul edersek kilit maçın Tsonga-Nadal maçı olduğunu söyleyebiliriz. Nadal açılışı grubun en zayıf halkası ile yapacağı için şanslı. Kort aşırı hızlı değil, çok yavaş da değil. Ama toplar çok yükseliyor. Kapalı sert zemin olmasına rağmen spinli forehand iyi bir tercih olabilir.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Final Zamanı

Gruplar şöyle,

Grup A – Djokovic, Murray, Ferrer ve Berdych
Grup B – Nadal, Federer, Tsonga ve Fish

Önce ne Nadal grubundan başlayalım. Zaten Nadal grubunu bitirince Djokovic grubu değerlendirmesi kendiliğinden oluşacak.

Kuzucum sana kötü haberlerim var. Federer'i mi tercih ederdin Murray'i mi? Son maçı kaybetmene rağmen Murray herhalde. Ne de olsa adam dengesiz. Peki Ferrer mi Tsonga mı? Bunun da cevabı Ferrer olmalı, sonuçta sezonun sonuna geldik ve kapalı sert zeminde oynuyoruz. Peki Berdych mi Fish mi? Berdych Paris'te yarı final yaptığına göre Fish olmalı... Hah işte bu üçünün hepsi diğer grupta. (Düdüt: Ben nasıl bir kafayla yazdıysam artık.. Fish Rafa'nın grubunda. Hadi yine iyisin Rafa..:) )

Ne kadar formsuz ve sakat varsa A grubuna toplanmış. Djokovic, özel bir istek yaparak günün son maçını oynayacakmış. Demek ki kendisinden hayır yok. İlk maçtan sonra çekilip yerini vatandaşı Tipsarevic'e bırakırsa en azından grupta bir tane formda adam olur. Murray'e haksizlık etmemek lazım diyeceğim ama o da kalçasını sakatladıktan sonra hız kaybetti biraz. Ferrer malum diyeceğim ama ilginçtir şöyle bir gruptan puan çıkartsa şaşırmam. Buradan Murray ve Berdych'in gelmesi lazım.

Daha bomba olan B grubunda ise Federer sanırım yarı finalde Murray ile oynar. Zira Berdych'in o grubu, Paris'te aldığı gazı da kullanarak lider bitirmesi olası. İkinci sırada ise Nadal gelebilir. Ama o da antremanda omzunu aşırı zorlamış, burada ne yapar bilemeyiz. Fish en zayıf halka, yarı final şansı yok. Tsonga ve Nadal'ın şansları eşit gibi. Bu gruptan çıkanların finalde oynamaları çok büyük olasılık. Yani yine Fedal finali olabilir.

14 Kasım 2011 Pazartesi

13 Kasım 2011 Pazar

10 Kasım 2011 Perşembe

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu



ATP'de en sempatik bulduğum adamlardan biri, hatta abartıp "sempatik" lakabını taktığım adam Granollers. Zaten doğru dürüst ortalarda görünmeyen adamı nasıl sempatik bulduğum merak edilebilir tabi.

Marcel'i sempatik yapan en önemli özelliği, sürekli gülümsüyor olmasının dışında, ne zaman lazım olsa bir yerlerden fırlamasıdır herhalde. Rafa oynamadı da Davis Cup için adam mı lazım oldu? Marcel koş, çiftler oyna... Üstelik sırlamada ondan daha üst sırada adamlar olmasına rağmen bunu çağırırılar, her seferinde koşa koşa gider oynar. Oyuncular arası futbol maçına adam mı lazım oldu? Marcel yetiş... Kaleye bile koyabilirsiniz, itiraz etmez. Futbol maçı izlerken tribün ortamı istediğiniz ama kalabalık yapacak insan mı yok? Çağırın Marcel'i gelsin kalabalığını yapsın. Bu kadar çok göz önünde dolanıp bu kadar az dikkat çeken başa adam yok herhalde ATP'de.



Ayrıca bu videoda Lopez Ferrer'i anlamsızca kucağına alınca "Bırak adamı yerine!"
diyen de Marcel. Hehehe...

O kadar az dikkati çekiyor ki geçen hafta 4 top 20 oyuncusunu yolda yenip Valencia'yı kazanarak tam 28 sıra birden atladı ve 26 numaraya çıktı, ama bundan bahseden çok az yazar vardır. İlk 50 bile değilken ilk 30 oldu. Büyük ihtimalle de Avustralya Açık'ta seri başı olacak. Aslında bakıyorum da ilk 30'un dışında da onun yerine seri başı olabilecek fazla adam yok. Gitsin seri başı olsun!

Bir de Marcel'in 2009'da US Open'da Soderling ile yaptığı maçın daha başında sakatlanarak maçtan çekilmesi ve bizim de bu sayede Marsel'in ilk Grand Slam 2. tur maçında Isner ile karşılaşmasını canlı canlı televizyondan izleyebilmişliğimiz vardır.

"Marcel bir işimiz düştü sana..."

9 Kasım 2011 Çarşamba

5 Kasım 2011 Cumartesi

Playboy Melzer

Melzer'e kadın dayanmıyor sevgili okurlar. Önce Myskina, sonra Vaidisova, en son olarak da Cibulkova ile takılmıştı WTA'dan. Geçen sene de yüzücü vatandaşı Mirna Jukic ile birlikteydi. Şimdi ise Çek tenisçi Iveta Benesova ile birlikte olduğunu açıklamış. İkili 2010 Wimbledon'da karışık çiftleri kazanmıştı birlikte. Muhtemelen olan da orada oldu zaten. ATP ve WTA'nın turnuvaları birbirinden ayırmasına inat Melzer direniyor!

3 Kasım 2011 Perşembe

Nadal Paris'te Yok

Rafael Nadal bugün yaptığı açıklamada Paris'teki son masters turnuvasında oynamayacağını açıklamış. Sakatlığı falan yok, dinlenmek istiyormuş, doğru karar. Yeni kurallara göre de 600 maç oynayan oyuncuların bir masters turnuvasından muaf olması kuralına challenger ve futures maçları da eklendiğinden ceza almayabilir bunun için.

Paris en öksüz kalmaya mahkum masters turnuvası olacak gibi. Zaten seneye WTF'dan hemen önceki haftaya koymuşlar. WTF bileti turnuvası olur, garantileyenler kendilerini yormazlar diye düşünüyorum. Kıl Paris seyircisine müstehak.

2 Kasım 2011 Çarşamba

1 Kasım 2011 Salı

Petra Kvitova Üzerine

Canlı canlı maç izleyince skorlar, hatta oyunlar bile bazen aklınızda kalamayabiliyor. Ama sanırım 4-5 metre ötenizdeki oyuncuları gözlemleme şansını daha rahat buluyorsunuz. Ben de geçen hafta ilgimin odağındaki oyuncu olan Kvitova ile ilgili bir şeyler karalayayım dedim.

Petra şüphesiz turnuvanın en ilginç oyuncularından biriydi. Analize önece oyun tarzından başlayalım, sonra mental durumuna değinelim. İkisi bağlantılı zira...

Petra'nın yaptığı maçlardan önce gönül rahatlığı ile yapılacak bir yorum şu olur: bu maçı ya Kvitova alır, ya da Kvitova verir. Bundan kastım "Kvitova iyi oynarsa herkesi yener, kaybederse de bu sadece kötü oynadığındandır" değil kesinlikle. Gerçi laf biraz oraya gider gibi görünüyor ama durum farklı. Asıl mesele Kvitova'nın aşırı derecede insiyatifi kendi üzerine alan bir oyuncu olması. Çoğu servis puanına zaten çok iyi servisle başlayan, veya başlamak isteyen Çek oyuncu, aynı asabi duruşu returnlerde de gösteriyor. Hal böyleyken hemen her oyunda daha ilk vuruşu aşırı atak olan Petra(onun oyununa sadece atak demek biraz hafif kalır), rakibine atak yapma ve oyun kurgulama şansı da vermemiş oluyor. Stosur maçı bunun en iyi örneklerinden biri; iyi servisi ve forehandi olan, atak bir oyuncu olan Sam, Kvitova ile yaptığı maçı az basit hata ve az winner ile tamamlayıp adeta Wozniacki gibi bir görüntü çiziyorsa istatistik anlamında, bunda istediği oyunu kurgulama şansını bulamamış olmasının etkisi büyüktür. Çünkü kendi servis attığı oyunda dahi ya Petra returnu dışarı atıyor ya da atak bir return ile Sam'i zor durumda bırakıyordu. Kvitova'nın kendi servis oyunlarının da daha servisten itibaren onun insiyatifinde olduğu söylenebilir.

Gelelim bu oyun tarzının Petra üzerindeki etkilerine. İnsiyatifi bu kadar üzerine alan her insanda olduğu gibi mental dalgalanmalar üst düzeyde tabi. Aldığı puanları kendi eseri görüp moral bulurken, kaybettiği puanlar da yine onun tercihleri sonucunda yapılan ahtalardan geliyor. Haliyle bir kaç iyi vuruş ardından artan güven ve kazanılan oyunlar, yapılan bir kaç hata sonrasında düşen omuzlar ve arka arkaya verilen oyunlar Çek oyuncunun maçlarında sıkça gördüğümüz sahneler oldu. Kvitova'nın ruh hali vücut diline de fazlasıyla yansıyor; iyi başladığı maçlarda ilk oyunlarda tepki vermezken, kaybedilen oyunlar sonrası omuz düşmeye başlıyor. Rakibin winner veya hataya zorlayarak bitirdiği puanlarda (insiyatifi alamadığı puanlar da oluyor tabi arada) Petra belirgin bir çöküntü yaşamazken (hatta yumruğunu sıkıp kendini motive etmeye çalışırken), kendi hatası ile kaybettiği puanlar sonrası yüzünü tekrar korta dönerken sağ ali ile bacağına vuruyor. Bunlar tam anlamıyla "derdi kendiyle olan" oyuncu tanımına uygun davranışlar bence. O nedenle Petra oyun içerisinde tekrar çıkışa geçtiğinde biz "Pojd!" çığlıklarını duymaya başlıyoruz. Bu çığlıklar alınan kritik puanlardan sonra geliyor; kendi yaptığı winner sonucu olsun olmasın. Çünkü dediğimiz gibi onun asıl derdi genelde düştüğü hata batağından çıkıp tutunmaya çalışmak oluyor genelde.

Hata batağı dedik aklımıza geldi, ilginç bir şekilde Petra'nın aynı model hatayı üst üste 3-4 kez yaptığına şahit olduk. Aklımda kalanlar final maçında 2 kez servis kırdırdığı ilk sette, kırdırdığı servislerde en az 7 kez topu geri çizginin çok az dışına atması ve Stosur maçında üst üste 3 kez avantaj tarafına atılan ikinci servislere çok kötü return alması ve son olarak aynı maçta kendi servis oyununu kırdırırken 3 kez üst üste iyi servisten sonra fileye gelen topta basit hata yapması. Bu tarz seriler genç oyuncuyu maçtan kopartabiliyor. Petra bu gibi hata serilerinden sonra genellikle çalıştırıcısını çağırdı. Aslında bunu yapamayacağı slam maçları için iyi bir hazırlık olmasa da, büyük sahneye çıktığı şu dönemde "almakta olduğu maçı kaybeden" bir oyuncu olarak kendi kendini etiketlemeyip, Zvonareva'nın mental durumuna gelmemek için bunlar şu an gerekli hamleler.

Petra'nın oyununda neler iyileştirilebilir konusu ise uzun uzun yazılabilir. Ama en çok gözüme batan iki konuya değinmem gerekirse öncelikle yanlış zamanda risk almaktan vazgeçmesi gerektiğini söyleyebilirim. "Bomboş korta" diyerek tanımladığımız, rakibin diğer köşede kendisinin ise filede olduğu topları bile çizgiye bu kadar yakın düşürmesinin anlamı yok; çünkü zaten güçlü vuruşları var ve rakibin o toplara yetişmesi imkansız. Zaten çizgi üzerine atılan toplar ancak rakip topa yetişebilecek gibiyse anlamlı oluyor. İkinci bir husus ise ralliler konusunda kendini geliştirmesi ve özellikle hata serilerine girdiği oyunlarda insiyatifi biraz da olsa rakibine yıkması. Fizik olarak dezavantajlı gibi görünse de hareket kabiliyeti o kadar kötü değil. Sakinleşmesi gereken anlarda ralliyi yönlendirerek rakipten hata kopartmaya çalışması veya en azından puanın bir kez daha kendi hatası ile sonlanmamasına gayret etmesi kendisi için iyi olacaktır diye düşünüyorum.

Karakter olarak da gözlemleyebildiğimiz kadarı ile polemiğe girmeyen ama açık sözü biri. Rakiplerine saygılı ve rakipleri tarafından da sayılan bir oyuncu. "Pojd!" çığlıkları konusunda eleştirildiği oldu bu hafta ama kendi adıma bu tartışmaları yersiz buluyorum. Puan esnasında her vuruşta çığlık atan ve rahatsızlık verdikleri rakiplerince dillendirilen oyuncular varken, Petra'nın puan bitiminde "Podj!" diyerek çalıştırıcısına doğru yumruk sıkmasının, Ivanovic'in "Ajde!"lerinden farkı yok. Ayrıca hem benim yazdığım hem de kendisinin de belirttiği gibi bu çığlıklar sadece motivasyona ihtiyacı olduğu anlarda geliyor. Ses biraz tiz, evet. Ama tecrübesi artıp da kendine daha fazla güvenen, kortta daha sakin kalan bir oyuncu oldukça çığlıkları da azalacaktır.

Son olarak kazandığı turnuvaya değinelim. Bu kupa genellikle birden fazla slam kazanan "ağır" oyunculara gidiyor. Gerçi bu yıl Serena ve Kim yoktu ama onların da olmayışı zamanın yavaş yavaş değiştiğinin bir göstergesi sadece. Tenis sahnesinde önemli dalgalanmalar olmadığı müddetçe Petra da bu turnuvayı daha önce kazanan isimler kadar önemli bir oyuncu olabilir.

31 Ekim 2011 Pazartesi

İstanbul Notları

Yorgunluk var elbet ama hayatımda yaşadığım en hoş yorgunluk diyebilirim sanırım. Gereksiz uzayarak sinir bozan 1-2 keyifsiz maç ve 5-6 saat aralıksız koltukta oturmanın yarattığı dikkat dağınıklığı gibi ufak detayları çıkartırsak nefis bir hafta geride kaldı. kirpi'nin yazdıkları üzerinden gitmeye çalışacağım genelde.

kirpi'nin kaçırdığı Zvonareva-Kvitova maçını izledim ben. Açıkçası maçın büyük kısmında hala o oyuncuların kortta olduğuna inanamadığım için çok da idrak edemedim maçın gidişatını ama genel olarak Kvitova'nın çok üstün olduğunu söylemek mümkündü. Turnuvadaki en iyi maçlarından birini oynadı ve aslında bu turnuvanın fena olmayan oyuncularından birini çok kötüymüş gibi göstermeyi başardı. Turnuvanın hayal kırıklığı olan Wozniacki, ilk günün ikinci maçında Radwanska'yı yenerek beni üzdü. Radwanska ne yazık ki en kötü maçını gruptaki en kötü rakibine karşı oynadı ve 3 sette kaybetti. Arkasından gelen Stosur-Sharapova maçı gerçekten kalite olarak kötüydü. Stosur özel bir tenis ortaya koymadan bile Sharapova'yı rahat geçmeyi başardı. Sharapova'nın 2. sette 0-3 0-40'ı harcaması önemli bir nottu, onu es geçmeyelim.

İkinci gün Azarenka turnuvanın kendisi adına en iyi maçını oynadı. Stosur çok fazla hata yapmasına rağmen Azarenka çok sağlam kaldı ve turnuvadaki en iyi servis performansını bu maçta gösterdi. Bu maçtan sonra zaten turnuva öncesinde kafamda olan Kvitova-Azarenka finaline iyice emin oldum. Turnuvanın yine kötü maçları arasına yazabileceğimiz maçta Li, Sharapova'yı iki sette geçti ki ilk maçta 0-3 0-40'tan set veren Sharapova, Li'ye karşı da 4-0'dan 4-7 tiebreak kaybederek çığır açtı. Tam bir "tencere dibin kara, seninki benden kara" maçı oldu ve yakın geçen iki sette Çinli kazandı. En son maç zevkliydi aslında. Genel olarak defansif oynamasına alışık olduğumuz Vera, gayet agresif ve etkili bir tenis oynayarak, özel bir şey ortaya koyamayan Wozniacki'yi geçmeyi başardı.

3. günün ilk maçı Li ile Azarenka arasındaydı ve inanın nasıl geliştiğini hatırlamakta güçlük çekiyorum izlememe rağmen. Televizyondan izlediğimiz maçlara dair daha fazla detay kalıyor akılda, buna da karar verdik bu turnuvada kirpi ile birlikte. Turnuva bitince resmen kimin hangi gün oynadığını birbirine karıştırdık. Arkasından gelen Kvitova-Wozniacki maçını unutmadım ama. Dünya 1 numarasını nasıl dümdüz etmektir o! Dünya 1 numarası ama kağıt üzerinde biraz tabii. Bu turnuvanın Sharapova'dan sonra Li ile birlikte en kötü oyuncusuydu Woz. Hani normalde de zaten gününde olan güçlü, agresif oyunculara karşı koyamaz ama bu turnuva o bilindik standartlarının bile altındaydı. Formda gelseydi çıkacağı bir gruptu aslında bu ama 3. olarak grubundan elenmiş oldu bu mağlubiyetle. Ve tabii en son maç. Daha doğrusu en son maçın en son seti. Turnuvanın en heyecanlı setiydi. Radwanska neden kendisini sevdiğimi bir kez daha gösterdi. Tamam, Vera klasik bir Vera düşüşü yaşadı ama Radwanska'nın direnci tek kelimeyle inanılmazdı. 1 aydır zaten istim üstünde gidiyor. 1 ay önce tabloda bile değildi. Tokyo'yu kazanarak iddialı hale geldi. Daha sonra Pekin finalinde dramatik anlar yaşadı Petko karşısında, o maçı zor da olsa aldı. Moskova'da çok çekişmeli maçı kaybetti Safarova'ya, acaba tam gelemeyecek mi derken Bartoli hastalandı ve son oyuncu olarak buraya geldi. İlk maçını 3 sette Wozniacki'ye kaybetti ve sonra da Zvonareva ile bu destansı maçı oynadı. Radwanska'nın yaşadığı son 1 ayı başka bir kadın tenisçi yaşasa - mesela Vera - kalpten giderdi sanırım.

Grup maçlarının son gününde yerimizi almamızla maçın bitmesi bir oldu gibi geldi sanki bize. Li ile Stosur hızlandırılmış bir tenis maçı oynadılar ve kazanan 65 dakikada tek oyun kaybeden Stosur oldu. Maç şöyle gelişti: Li return'de hata/Stosur servis winner/Li basit hata/Li basit hata, oyun Stosur. Li basit hata/Li basit hata/Stosur forehand winner/Li çift hata, oyun Stosur. Arada bir ağız dolusu laf saydırdığı kocası ise her zamanki sakinliğini korudu. Adam resmen acıların çocuğu oldu turnuva boyunca. Utanmasam ben korta atlayıp "sen Mao kızısın, yazıktır incitme kocanı" diyecektim ama beni de haşlar diye korktum. Bir insan yaptığı her basit hatadan sonra kampına dönmez ki yahu, oldu olacak kocan çevirsin raketi de senin yerine. Kvitova ise arkasından gelen maçta Radwanska'yı ve haliyle beni üzdü. Kvitova'yı seven ve destekleyen biri olarak hem turnuvayı kazanacağını biliyor hem de kazanmasını istiyordum ama bu maçta Radwanska'nın set alarak yarı finale kalmasını çok istedim. Bayık Azarenka-Zvonareva yarı finali yerine Azarenka-Radwanska yarı finali daha güzel olurdu sanki. Az kalsın oluyordu da. İlk sette 5-1'i buldu Radwanska ama ne olduysa ondan sonra oldu. Basit hataları azaltan Kvitova geriden geldi öne geçti ve maçı da set vermeden kazandı. Günün son maçı ise turnuvanın en ilginç maçıydı belki de. Azarenka tankladığı bir maçta 2 saatin üzerinde kortta kalıp 32 oyun oynamayı başardı. Bu maçta kafası bir acayipti. Bartoli ise mücadelesiyle takdiri hak etti.

Shvedova/King çiftinin sürekli güler yüzlü olduğunu biliyorduk ama bu kadar ciddi suratları gördükten sonra onların rahat halini görmek daha da farklı geldi. Genelde bu rahatlık işlerine yarıyor ama burada ne yazık ki açık ara en kötü çiftler takımı onlardı. Peschke/Srebotnik ikilisi karşısında hiç varlık gösteremediler ve baştan sonra ezildikleri maçı 2 sette kaybettiler. King'in servisleri inanılmaz zayıftı. Shvedova iyi bir ilk servisi olmasına rağmen o ilk servisi pek içeri sokamadı. Kötü servis atan King onun dışında da pek iş yapamayınca tecrübeli ikili karşısında direnmeleri mümkün olmadı. Bu maçta Peschke ayrıca sempatimi kazandı, ki pazar günü korta 2 saat önceden gelip bu ikilinin final öncesi antrenmanını izledim. Orada Srebotnik'in servislerini karşılarken bile iyi servis geldiğinde sürekli tebrik ediyordu partnerini, gülümsüyordu vs. Ayrıca oyun olarak da zevk veren bir oyunu ve süper voleleri var. Diğer çiftler maçı en son maçtı ve turnuvanın en boş tribünlerine karşı oynandı. Bu maç çiftlerin en zevkli maçıydı. Dulko/Pennetta da Huber/Raymond da gayet iyi oynadı ama super tiebreak'te gülen Amerikalı çift oldu. Zaten bu ikili super tiebreak'teki iyi rekorlarıyla bilinirler. Maçın sonunu müthiş oynadılar, neredeyse takım olarak vole kaçırmadılar filenin karşı tarafında Dulko saçma sapan lob'lar dener ve başarısız olurken.

Tekler yarı finallerinde Stosur-Kvitova maçı gayet zevkliydi. İnişli çıkışlı bir Kvitova karşısında istikrarlı ve belli bir çizgide oynayan Stosur gördük. Break avantajı olduğu ilk sette üst üste basit hatalarla 40-0'dan servisini kırdırmayı başaran Kvitova, o klasik rutinine bağlayarak üst üste birkaç oyunu daha iyi oynayamadı ve ilk seti verdi. İkinci sette de 0-1 *30-40 tehlikesi yaşadı ama bu oyunu iyi servislerle kurtardıktan sonra açıkçası arkasına hiç bakmadı. 2 break fark ile aldığı bu setten sonra son sette 5-0 öne fırladı. Üst üste 3 oyun vererek yalpalasa bile lovegame ile son servis oyununu alarak işi bitirdi. Diğer maçta ise fazlasıyla sıkıldık ve hatta ikinci setin ortalarında hava almak için birkaç oyun için dışarı bile çıktık ki bu birkaç oyun benim turnuvada izlemediğim tek kısım oldu. O kadar kötü maç değildi ama Stosur-Kvitova gibi yoğun bir maçtan sonra içinde bu kadar uzun oyunlar barındıran fakat aynı zamanda çekişme de vaat edemeyen bir maç biraz boğdu sanırım. Neyse ki Azarenka fazla uzatmadan sadece 5 oyun vererek kazandı ve Kvitova'nın finaldeki rakibi oldu.

Son günde ise güzel finaller izledik. Çiftlerde 38'lik Raymond ve 35'lık Huber, 1 numaralı çift Peschke/Srebotnik'i 6-4'lük iki setle geçtiler. Huber/Raymond ikilisi ilk maçlardan sonra favorimdi zaten. Buradaki en komple takım olarak onlar gözüktüler. Baseline'da olsun, volelerde olsun, servislerde olsun ikili bir istikrar sağlamıştı ve çok da uyumlu gözüküyorlardı. Peschke/Srebotnik ikilisine oranla daha iyi bir takım görüntüsü verdiler açıkçası ve zevkli geçen final maçını kazandılar. Tekler finali de aynı şekilde heyecan ve kalite açısından sınavı geçti diyebiliriz. İlk sette 5-0 öne fırlayan Kvitova mala bağlayarak maçın 5-5'e gelmesine sebep oldu. Kvitova'nın bu üst üste basit hatalarla kaybettiği oyunları izleyince hep aklıma adventure oyunlarında sıkışıp geçemediğim bölümler geliyor. Tıkanıyor ve çok kolay çıkamayabiliyor bazen o delikten. Asla mücadeleyi bırakması gibi bir durum söz konusu değil ama birkaç kötü puandan sonra toparlaması 3-4 oyun sonrayı bulabiliyor ki şu anki en önemli eksikliklerinden biri de bu gibi görünüyor. Biraz fazla gergin. 5-0'dan 5-5'e gelmesine izin verdiği bu seti 7-5 ile aldı ama ikinci sette yine istediği tenisi oynayamadı ve iyi de mücadele eden Azarenka seti 6-4 ile alarak maçı son sete taşıdı. Bu setin başında servis kıran Kvitova daha rahat ve daha iyi oynadı. Bariz üstün olduğunu da iyice gösterdi ve çok sıkıntı yaşamadan 6-3 ile seti kapattı.

Kupaları beğendim. Özellikle tekler kupası gayet güzeldi. Şampiyon ile ikinciye aynı kupadan ya da tabaktan verilmesine de uyuz olurum, o yapılmamış. En görkemli kupayı Kvitova aldı, diğerleri biraz daha ufak tefek şeylerle idare ettiler ki ben böyle olmasından yanayımdır aradaki farkı maddesel anlamda yansıtması adına.

Ayrıca WTA, BNP Paribas ve oyuncuların toplanıp Van için 250 bin dolar bağış yapmaları da haftanın en hoş anlarından biri oldu. Kader Nouni'den son gün aldığımız imza ve foto da kremalı pastanın üzerine konulan çilek oldu. :)

NOT: Video ve fotoları bu akşamdan itibaren kirpi'nin de söylediği gibi yüklemeye gayret edeceğiz bloga.

30 Ekim 2011 Pazar

Kader Nouni'yi Nasıl Bilirsiniz?

Hoop Kader hooop!


Türkçe doğru konuşulunca alkış, kıyamet...


Wozniacki'nin babası gelince hemen bir öne dönmek, bir işine bakmak...

Şampiyonumuz Kivi!

Yoğun ve yorucu bir haftayı geride bıraktık ve haftaya çiftlerde Raymond-Huber ikilisini teklerde ise Wimbledon'da yalnız kaldığı için destekçisi olduğumuz Kivimizim şampiyonluğu ile nokta koyduk. Neredeyse her akşam eve 12'de döndük ve buralar boş kaldı. Fırsat buldukça bir takım videoları ekleriz.

Gün gün gidelim . İlk gün Kivi-Vera maçı ile açıldı ve ben işim dolayısı ile geçiktim. Kivi denilene göre oldukça baskın ve iyi oynamış, almış götürmüş. İkinci maç Radwanska ile Wozniacki arasındaydı. İkisi de iyi oynamadı ancak Radwanska o kadar tutuktu ki Wozniacki atak göründü. Son maç Sharapova Stosur maçıydı ve Stosur'un oynadığı en kötü maçlardan biriydi turnuvada. Buna reğmen yendi Sharapova'yı.

İkinci gün Stosur-Vika maçı ile açıldı. Sadece son oyuna yetişebildim, Vika iki adet 62'den tavşanla geçmiş ve Stosur'a nefes aldırmamış. Sonra Li ve Sharapova çıktı korta. Li bile yendi Sharovayı demek istiyorum zira kendisi turnuva boyunca çok kötü oynadı. Kocasıyla da maşallah iyi karı koca kavgası yaptı, biz arada kaldık resmen. Son maçta Vera yine sinir şov yapsa da biraz Woz'u geçti.

Üçüncü gün, ortodonti randevum ve derse gelmeyen hocam sağolsun, tüm maçları izledim. İlk maç Na Li ve.Vika arasındaydı. Vika Li'yi de tavşanlayarak geçti. Sonra nihayet Kivime kavuştum Woz karşısında. Kivi daha ilk vurularından bana "Bu kızda bir başkalık var" dedirtti. Kendi Kivim düye demiyorum... Atak oynadı (yok bir de savunma yapacaktı, hem de Woz karşısında) ve ilk günki gibi 62-64 ile aldı maçı. Son maç Radwanska ile Vera arasındaydı. O ne maçtı o. Tipik bir Vera erimesi gördük, son sette 5-3 ilerideyken 3 maç puanı kaçırıp maçı verdi. Sonları çok zevkliydi, seyirci de coştu. Vera bir de koluma top attı, ama şimdi bu konulara girmeyelim.

Dördüncü gün ilk maç çeyrek final maçı gibiydi. Kazanan yarı finale gidecekti. "Bu maçı neden ilk maç yapmışlar ki?" dedik ama bir bildikleri varmış. Stosur Li'yi 60-61 ile ezip geçti. Turnuvanın en zevksiz maçıydı. Sonra Kvitova-Radwanska maçı vardı. Bu maçta Radwanska bir set alsa yarı finale gidecekti. Kivim beni dehşete ve olmaz senaryolar kurmaya sevkederek 5-1 geriye düştü. Benim Kivim kendini bu kadar salmış olamazdı. Tam bilerek laylaylom oynadığını düşünürken oradan dönüp set vermeden maçı aldı ve Kivi imzalı bir kapağım oldu. Son maç kimse için önem arz etmeyen Vika-Bartoli maçıydı. Sharapova iki maç sonra sakatlığı nedeni ile turnuvayı bırakınca korta çıkan Bartoli'nin hiç şansı olmadığı gibi Azarenka da çıkmayı garantilemişti. Zıp zıp Marion "Ben buraya gezmeye, tatil yapmaya gelmedim" diyerek varını yoğunu ortaya koydu ve bir set geriden gelerek maçı aldı. Vika ise maçın sonrarında kortta gezinmeye başlayınca seyirciden tepki gördü. Sonra basın toplantısında "Ben zaten antrenman gibi oynadım" diyerek iyice batırdı. Marion'un üstün bir zekası var mı bilemem ama yüreği olduğu kesin. Yıldız verdim ona. Tek maçta 10 ace attı zaten.

Yarı final gününe Shvedova-King/Srebotnik-Peschke maçı ile başladık. Shving (kısalttım) çifti kadar sevimli bir çift olabilemez. Tenis dünyasında belki her türlü şartta olumlu olarak bir şeyler başarabilen ender sporcular bu ikisi. Dedikodu kısmına geçersek de Shevedova oldukça iri yarı bir insanmış, TV ve fotoğraflar yarıya indiriyor onu. Maçta ise Strebotnik/Peschke, Strebotnik'in iyi servisleri ve Peschke'nin mükemmel file önü oyunu ve Strebotnik'in iyi servisleri, King'in çok kötü servisleri ve kötü voleleri ile birleşince rahat bir galibiyet vardı. King'in bacağında sargı vardı, belki de kötü günündeydi. İkinci maç seyirciyi bitiren Stosur/Kivi maçıydı. Kivi iyi başladığı setti kötü devam edip kaybetti. Sonra ikinci sette kritik bir servis oyununa tutunca devamını getirip maçı aldı. Stosur kötü değildi ama hiç insiyatif alamadı ki bunda Kivinin rolü büyüktü. Sonraki maç olan Vika/Vera maçında uyudukı açıkçası yorgunluğun da etkisiyle. Vera'nın sinir krizi geçirmediği düşük gerilimli bir maçtı. Arada iyi puanlar vardı ama tempo çok yüksek değildi. Vika rahat aldı. Bu maçtan sonra kortun yarıdan çoğu boşaldı ve turnuvanın en iyi çiftler maçı olan Pennetta-Dulko/Huber-Raymond maçını izledik. Dulko zaman zaman kötü oynadıysa da kalitesi yüksek bir maçtı. Super tie-break setini 6-3'den kaybeden Dulko-Pennetta ikilisine diyecek laf bulamadık.

Son güne program değişikliği sonucu çiftler finali ile başladık. Seyirci katılımı daha iyiydi. Yine iyi bir maçtı ancak çekişmesizdi. Bu yıl bir araya gelen Raymond-Huber ikilisi 2 sette noktaladı maçı. Çiftlerde başarı yaş ile birlikte artıyor sanki. Finale gelince aynen yarı final öncesi dediğim gibi "Petra alır veya Petra verir" maçıydı bu maç da. Bunun nedenini Petra üzerine yazacağım postta daha iyi açıklarım ama temel sebep Petra'nın maç içerisinde insiyatifi rakibe bırakmayan oyunu. O derece zor ve riskli bir oyunu var ki ya hata yapıyor ya sayı alıyor. Rakibe yapacak şey kalmıyor. Petra aynen yarı finaldeki gibi iyi başladığı sette bir ara koptu ve skor 5-0'dan 5-5'e geldi. Ama bu sefer vaktinde toparlanıp 7-5 ile aldı seti. İkinci sette de bol bol kopuşlar yaşadı ve 6-4 ile verdi seti. Son setin ilk oyununda 3'ü üst üste olmak üzere 4 servis kırma puanı kurtarıp servisine tutunması maçın "kırılmama anı"ydı. Bu aynı zamanda servis kırma puanı kurtarıp aldığı ilk servis oyunuydu. Sonrasında Vika'nın koptuğu, veya Petra'nın izin verdiği kadarı ile koptuğunu hissedebildiğimiz ilk oyunda servis kırarak 2-0 öne geçti. Sonra herkes kendi oyununu aldı ve Kivimiz şampiyon oldu.

Turnuva çok güzeldi. Bugün Kader'le de imzaydı fotoğraftı derken samimileştik, daha ne isteriz? Seyirci çok iyiydi ancak umarım flaşla fotoğraf çekilmeyeceği artık öğrenilmiştir. Turnuvanın en kötü yanı Fadik Sevin Atasoy'du. Hadi ülkede tenisten anlayan eli yüzü düzgün sunucu da kalmadı diyelim... Ama turnuvayı sunacağını sanırım son dakikada öğrenmemiştir. Buna rağmen sürüyle yanlış anons yapıyorsa ve en basit şeyleri bile bilmiyorsa ben buna sadece işini ciddiye almamak derim.

Blogdaki kirpi olarak eyyorlamam bu kadar. Russell da kendi aklında kalanları ayrıca yazacak. Yorgunluktan hata yaptıysak affola!

ÇOK ÖNEMLİ NOT: Yabancı forumlarda çizgi kararların doğruluğu dillendiriliyor. Gerçekten de çok az haklı challenge oldu ve 22 hakemin 12'si Türk idi. Bravo.

26 Ekim 2011 Çarşamba

WTA İstanbul: 1. Günden Videolar




İlk video benden, diğer ikisi kirpi'den. İlk video'yu çekerken çok salladığımın farkındaydım telefonu (puan sırasında fena değil gerçi) ama görüntü kötü gibi geldi bana çekerken, ondan başka video almadım, lakin bilgisayardan açıp izleyince gayet izlenebilir olduğunu gördüm. Bugün de baseline arkasında olacağımız için daha fazla video olacaktır.

WTA İstanbul: 1. Günden Fotolar











24 Ekim 2011 Pazartesi

WTA İstanbul: 1. Gün Programı

TSİ 17.00:

Kvitova-Zvonareva
Radwanska-Wozniacki (arkasından)
Sharapova-Stosur (arkasından)

Orada olacağız. Herkesi bekleriz!

23 Ekim 2011 Pazar

Foto: Püsküller, Çintemaniler

Radwanska ve Na Li gayet iyi. Kvitova'da hoş. Sharapova'nın kıyafeti fazla monoton. Zvonareva kınaya gidecek gibi olmuş biraz ama sevimli yine de. Stosur'un çintemani motifleri güzel, püsküller fazla. Wozniacki yine Stella Mc Cartney giymiş gibi, geçen sezonun sonunda giydiği kıyafeti andırıyor üzerindeki.

Londra Savaşları Devam Ediyor

Bu hafta oynanan 250 puanlık 2 turnuvada Londra heyecanını ateşleyecek iki isim şampiyon oldu.

Janko Tipsarevic finallerde kazanabileceğini anladıktan sonra vatandaşı Troicki karşısında zorlanmadan Moskova'da zafere ulaştı. Monfils ise Stocholm turnuvasını kazanarak kendisi için bir umut ışığı yakabildi.

Yarıştaki duruma bakalım,

Monfils her ne kadar ivme kazandıysa da işi hala zor. Paris Masters turnuvasında iyi sonuçlar alabilen bir isim olduğundan Londra oynanacak son turnuva onun için çok önemli. Yine de bu turnuvadan alacağı sonucu destekleyecek ATP500 performansına ihtiyacı var. Tipsarevic'in ise güçlü servisinin olammasından ötürü işini Paris'e bırakmaması lazım. Paris Tsopnga'yı rahatlatır, ancak Avrupa ile yıldızı barışmayan Fish zorlanacaktır. Şu an ilk 8 içerisinde olup henüz biletini almamış isimlerden Tsonga ve Berdych biraz daha rahat görünüyorlar.

BATTLE FOR LONDON: ONLY THE TOP 8 QUALIFY
1
Won 2008 title. Has qualified 5 times
13,295
2
Reached final in London last year
9,500
3
Three back-to-back Asian tites
7,200
4
Defending champ has won title 5 times
5,185
5
Shanghai finalist qualifies for third time
4,300
6
Lopez dents chances in Shanghai 3rd rd.
2,940
7
Costly 1st rd. loss to Tomic in Shanghai
2,875
8
Fell to Nishikori in Shanghai 2nd rd.
2,790
9
Beaten by Roddick in Shanghai 3rd rd.
2,370
10
Slips up to Ebden in Shanghai 3rd rd.
2,155
11
Pressing for 3rd straight Finals spot
2,080
12
Lost to Blake in Stockholm opener
2,050
13
Aims to rebound as top seed in Moscow
2,040
14
Bowed out in 2nd rd. in Moscow
1,835
15
Makes Stockholm debut as top seed
1,765
16
Edged by Ferrer In Shanghai QFs
1,680