16 Eylül 2011 Cuma

Davis Cup: Son Finalistlerin Başı Dertte

Önce son şampiyondan başlayalım.

İki yarı finalist ekibin en önemli yıldızları bildiğiniz gibi Amerika Açık'ta üst düzey bir maç oynamışlardı ve son sette ikisi de sakatlık sorunu yaşamışlardı. Hem yorgunluk hem sakatlık derken ikilinin Davis Cup maçları da yılan hikayesine döndü. Djokovic dün açıklanan programda yer alırken bugün doktor tavsiyesi ile oynamadı. Yerine gelen Troicki Davis Cup canavarı göbüşlü şampiyon Nalbandian'a 4 sette yenildi. Sonrasında çıkan Tipsarevic ise Arjantin 1 numarası Del Potro'dan set alamadı. Djokovic'in diğer maçtan da çekildiği açıklandı. Hal böyleyken Arjantin'in keyfi yerindedir. Hoş Dajokovic'in işine akıl sır ermez, bakarsınız son anda tekrar dahil olur ama bu eşleşme Arjantin'e gitti gibi.

Diğer eşleşmede ise Fransa geçen sene kendi evinde 5-0 yendiği İspanya ile bu sefer deplasmanda karşılaşıyor. Geçen seneki eşleşme Temmuz ayında oynanmış ve takımın en fazla direnç göstereni 5 setlik maç oynamayı başaran bir başka Davis Cup canavarı Ferru olmuştu. İspanya Fransa'nın boyunun ölçüsünü toprak kortta aldı. Oynanan 6 sette toplamda 10 oyun bıraktılar. Set başına iki oyun bile değil; hezimetin boyutlarını siz düşünün. Yarın oynanan çiftleri de alırlarsa Rafa dead-rubber maçlarına çıkmaz diyorum. Evet, o yorucu maçın diğer ismi, tüm yorgunluğuna rağmen maç bitiminden 24 saat geçmeden toprakta ilk antremanını yaptı ve çıkıp birinci eşleşmeyi oynadı durumu şüpheli olmasına rağmen. Maçtan sonra maçı çabuk bitirmek istediğini, karşılaşma uzarsa işin içinden çıkamayabileceğini söylemiş yorgun savaşçı. Eğer yarın oynanacak çiftler maçını Fransa alırsa Pazar günü Rafa tekrar kortta olur, zira ne kadar Davis Cup işçisi de olsa Ferrer'in baskıyı taşıyamama riski var.

15 Eylül 2011 Perşembe

Foto: Davis Cup Heyecanı

Şşşt!!.. Ohoooo, sızmış bile....

14 Eylül 2011 Çarşamba

Amerika Açık Şampiyonları: Stosur ve Djokovic

Sessiz sedasız geldi ve şampiyonluğu aldı Sam Stosur kadınlarda. Final yolunda Serena'ya göre çok daha fazla zorlandı. Yarı finalde Kerber'e bile set bıraktı ve "acaba?" dedirtti. Finale de açık ara favori çıkan Serena'ydı. Lakin kortta maçın başından sonuna kadar belirgin bir üstünlüğü vardı Stosur'un. En iyi silahları olan servis ve forehand'i maksimum seviyede etkili kullandı ve Serena'nın kötü servis performansı sayesinde return oyunlarının hepsinde bir şeyler üretmeyi başardı. Ortaya da kaçınılmaz şekilde galibiyet çıktı ama Stosur ne kadar iyi, Serena ne kadar kötü olursa olsun Serena'nın bu finali sadece 5 oyun kazanarak kaybetmesi mantık ilkelerine sığmıyor.

Tartışma konusu tabii Serena'nın Asderaki ile didişmesiydi. Puan bitmeden bağırınca servis kırma puanında servisini kırdırmış oldu ve o sinirle gidip Asderaki ve Lengzell'i karıştırdı. 2009'daki Clijsters maçına atıfta bulunarak "2 yıl önce de beni mahveden sendin." mealinde konuştu. Seneye de Mariana Alves'in yönettiği maçta bir vukuat olsun, yine aynı laf gelir Serena'dan. Neticede bütün sarışınları aynı sanıyor.

Maçtan sonra aldığı ceza komik ama zaten böyle olaylarda gelen ceza bundan fazla olmuyor. Bana göre yaptırım daha fazla olmalı kesinlikle ama piyangonun Serena'ya vurmamasına sevindim.

Erkekler finalini anlatmaya kelimeler yetmez. Skora baktığında bu seneki Wimbledon maçından ne farkı var diye düşünebilirsin ey futbol izleyicisi. Ama işin aslı hiç de öyle değil. Djokovic setlerde 2-0 öne geçtiği maçta 3. sette 6-5 önde ve şampiyonluk için servis atarken servisini kırdırmamış ve bu maç 4. sete gitmemiş bile olsa "epic" bir maç olacaktı. Hatta muhtemelen grand slam tarihine adını 3-0 bitmiş en güzel maç olarak geçirecek ve o tahtı da kolay kolay kaybetmeyecekti. Sanki farklı bir şey oldu... 3-1 bitti ve aynısını ona da uyarlayabiliriz.

Ben ileri gidip 2008 Wimbledon finaliyle de karşılaştırdım bu maçı ve vardığım sonuç şu: Bu maçta tenis seviyesinin o maça göre çok daha yukarı çıktığı anlar oldu ama o (Wimbledon) maçta iki tenisçi de maçın başından sonuna kadar ayakta kalmayı başardı ve çok daha heyecanlı, her anı çok daha dengeli geçen bir efsanevi maç izledik. Burada ise 3. seti Nadal alana kadar, her ne kadar iki taraf da çok iyi tenis oynuyor olsa da, Djokovic'in bu maçı kesin kazanacağı izlenimini alıyorduk. O 3. setin sonu itibariyle aldığımız acaba hissi de 4. sette Nadal'ın feci duraksamasıyla birlikte çabuk söndü zaten. 2008 Wimbledon finalini bir adım öne koymamda en önemli etken de maçın 4. setinin gerçekten çok yavan geçmiş olması.

Maça dair gördüğüm en güzel güzellemeyi ise şuradan okuyabilirsiniz. Muhtemelen okumuşsunuzdur da zaten... Bitirmeden önce eklemek istediğim son bir şey daha var ayrıca. Bir Rafa fanı olarak ben ilk kez bir maç öncesinde yenilgiyi kabullenmiş olarak televizyon karşısına geçtim. Nereden baksanız 2008'den beri hemen hemen hiçbir Rafa maçını kaçırmamışımdır ve 2009'da Rafa çok kötü oynarken bile karşısındaki rakip kim olursa olsun "bu maçı kazanamaz" diye izlemeye koyulmamıştım. Djokovic bende o psikolojiye sebebiyet verdi. Ama şunu söylemeliyim ki, bu maç öncesi ne kadar umutsuzsam, 2012'de Rafa'nın Djokovic'e karşı tekrar üstünlük sağlayacağına, en azından durumu dengeleyeceğine dair bir o kadar umutluyum.

Tebrikler Stosur, bravo Djokovic!

12 Eylül 2011 Pazartesi

Yaptıkları Yanına Kar Kalanlar

Serena Williams’ın dün yaptıklarını görmeyen bilmeyen yok. Kort içinde cezasını çekti, kort dışında da çekecek. Çeksin de. Tartışılacak tarafı yok zaten.

Ama ben bu postu yaptıkları görülmeyen(!) ve duyulmayan, hem kort içinde ceza görmeyen hem kort dışında hakettikleri cezayı görmeyecek olan, “yaptıkları yanına kar kalanlar” grubuna ayırdım.


Videoda görüldüğü üzere Petzschner büyük bir rahatlıkla yalanını söylüyor, Fyrstenberg ve Matkovski belki de maçı çevirebilecekleri bir noktada servis kırdırıyor ve devamında oyun da alamıyorlar.

Gerçek birer çiftler emekçisi olan, reklam geliri ve turnuva ödülü namına pek bir şey göremeyen Polonyalı ikilinin hakkı bir güzel yeniyor. Maçla ilgili haberlerde biz bu yalanı değil Melzer ve Petzschner’in ne kadar başarılı olduklarını okuyoruz. Kortta yapılan kortta kalıyor, Melzer ve Petzschner “şampiyon” oluyorlar.

Ne güzel değil mi? İnsanlar kortta yalan söyleyerek şampiyon olmaya devam ediyor ve bu herkesçe görüldükten sonra bile şampiyon sıfatıyla gezinebiliyorlar. Umarım Petzschner emekli olduktan, bir başka deyişle iş işten geçtikten ve yapılacak bir şey kalmadıktan sonra itirafta bulunmaz diğerleri gibi. Yapanın güya vicdanını temizlemekten başka bir işe yaramayan bir itiraf daha duymak istemiyorum.

11 Eylül 2011 Pazar

Bir Serinin Sonu

Federer 2003 yılında başladığı her sezonda bir slam kazanma serisine dün itibarı ile noktayı koydu.

2003-2010 yılları arasında her sezonda en az 1 slam kazandı Federer. Bu üst üste 8 yıl demek. Yapılmasının ne kadar zor olduğunu söylemeye gerek bile yok ama yine de kafada canlandırabilmek için Murray'ın bir slam kazanmak için her yıl ne kadar çaba gösterdiğini ve bunu başarsa üzerinden ne kadar büyük yük kalkacağını düşünmek yeterli.

Yakın gelecekte bir başkası bu başarıyı tekrar edebilir mi orası meçhul. Kazandığı slam sayısında dönem dönem rekabetteki boşlukların da etkisi olabilir ama 8 yıl üst üste slam kazanabilecek durumda olması, neredeyse 2 tenis nesli eskitip hala bunu yapabilmesi başka bir şeyleri ifade ediyor.

Sevip sevmemek ayrı mesele ama bence tenis tarihindeki en dikkat çeken serilerden birinin bitişine şahit olduk. Darısı diğer tenisçilerin başına diyelim, yapmaları gereken çok iş var...

Video: Yarı Finallerden Anlar


"Bir an hiç bitmeyecek sandım!"



"Beni... Beni... Beni beni!... Novak'ınızı..."



"İiiiiii! :)"



"Dükkanlarım??"