20 Aralık 2009 Pazar

Lindahl ve Dellacqua Ana Tabloda

Bu hafta Avustralya Tenis Federasyonu'nun, kazanana Avustralya Açık için ana tablo wild-card'ı verdiği play-off turnuvası oynandı. Turnuva, sadece Avustralyalı oyuncuların yer alabildiği yerel bir turnuvaydı tabii. Erkeklerde ve kadınlarda 16 oyuncu wild-card için mücadele verdi. Önce, 4 tane 4'erli gruba ayrıldı oyuncular, sonra gruplarında ilk 2 sırayı yer alanlar; çeyrek final, yarı final ve final olmak üzere yolun sonuna ulaşmak için savaştılar.

Erkeklerde, 1 numaralı seribaşı Brydan Klein grup aşamalarında turnuvaya veda etti. Greg Jones ve John Millman gibi sağlam oyuncular yarı finale kadar yükselme başarısını gösterdiler. Finalde ise, 2 numaralı seribaşı Nick Lindahl ile 4 numaralı seribaşı Bernard Tomic karşılaştı. Tomic, 18 yaşında ve Avustralya'nın gelecek adına büyük ümitler beslediği bir oyuncu. Daha önce junior'larda 2 grand slam kazanma başarısını gösterdi. Ayrıca geçtiğimiz sene Avustralya Açık'a wild-card ile katılıp, 2. tura yükselmeyi başarmıştı. 5 set üzerinden oynanan finali Lindahl, 5 maç puanı kurtararak, 6-7(8), 6-1, 4-6 7-6(8) ve 6-3'lük setlerle kazanmayı bildi.

Kadınlarda 1'den fazla öne çıkan oyuncu vardı şampiyonluk için. Alicia Molik, Casey Dellacqua, Olivia Rogowska gibi... Molik grup aşamalarını çok rahat geçti lakin çeyrek finalde turnuvaya veda etti. Dellacqua ve Rogowska ise, grup aşamalarında aynı gruba düştüler. Maçı, 7-6(9) ve 6-0'lık setlerle Dellacqua kazanmayı başardı. Rogowska, grubunda oynadığı ikinci maçı da kaybetmesine rağmen, son maçını kazanarak, set averajıyla grubu 2. sırada tamamladı. İşte, bu gruptan çıkan Dellacqua-Rogowska ikilisi, çeyrek ve yarı finalde rakiplerini geçerek finalde tekrar karşı karşıya geldiler. İlk seti 6-1 ile kazanan Rogowska ikinci sette de 5-2'yi yakaladı. 5-3'te maç için servis atarken servisini kırdı. 5-5'te servisini kırdırıp, 6-5 geriye düştü, ancak Dellacqua set için servis atarken servis kırmayı başardı. Rogowska, tie-break'te 3 kez maç puanı yakalamasına rağmen bunları değerlendiremedi ve tie-break'i aynı grup maçında olduğu gibi 11-9 ile kaybetti. Sonrasında son seti de 6-3 ile kazanan eski top 50 oyuncusu Casey Dellacqua ana tablo biletini kaptı. İyi bir geri dönüş onun adına. Ama izleyebildiğim maçlarında en çok fiziği dikkatimi çekti. Fazla kiloları çok net belli oluyor ve bir an önce - mesela Avustralya Açık'a kadar - kendisine bir fitness antrenörü bulup bu sorununu halletmesi gerekiyor.

İki 18 yaşındaki genç oyuncu, maç puanları kaçırıp yenilmelerine rağmen, wild-card için şanslarını hala koruyorlar. Hatta şans korumanın ötesinde, wild-card almaları kesin gibi. Bu yüzden onlar adına büyük bir sorun gözükmüyor, mental güç açısından kötü sinyal veren bu maçlar dışında...

Avustralya Açık ana tablosunda 8 tane wild-card'lı oyuncu olacak. Kontenjan dağılımı şu şekilde;

1. Australian Open Play-off Winner
2. USTA Play-off Winner
3. Asian Tennis Federation
4. Federation Française de Tennis
5. Tournament Director
6. Tournament Director
7. Tournament Director
8. Tournament Director

Genel tabloya bir kez daha bakalım bu veriler eşliğinde. Erkeklerde; Avustralya Açık play-off şampiyonu Nick Lindahl wild-card'ı aldı. USTA (Amerikan Tenis Federasyonu) play-off şampiyonu Ryan Harrison, wild-card'ı kesinleştiren ikinci isim. Asya wild-card'ı ise, ana tabloya sıralaması yetmeyen ve ana tablo dışında kalıp da en iyi sıralamada bulunan Asya kıtasına mensup bir oyuncuya veriliyor. Bu da, şu anki görüntüde Somdev Devvarman olacak. Fransa Tenis Federasyonu, wild-card'ı kime verdiğini 2 hafta sonra açıklayacak. Çok fazla aday var ama en öne çıkanlar Josselin Ouanna ve Guillaume Rufin. Benim gönlüm Rufin'den yana, ama Ouanna'nın alacağını düşünüyorum. Geriye kalan 4 wild-card spotu ise, turnuva direktörü tarafından Avustralyalı oyunculara dağıtılacak. Bernard Tomic ve Brydan Klein'ın kesinlikle alacağını düşünüyorum. Geriye kalan 2 wild-card'ın ise John Millman ve Greg Jones'a gideceği inancındayım.

Kadınlar tarafına göz atalım. USTA play-off şampiyonu CoCo Wandevegh'in wild-card'ı kesin. Aynı şekilde Avustralya Açık play-off şampiyonu Casey Dellacqua'nın da. Asya wild-card'ı ise Sesil Karatantcheva'ya gidecek. Fransa wild-card'ı erkeklerde olduğu gibi burada da şu an için belirsiz. Normali, 93 doğumlu büyük yetenek Kristina Mladenovic'in almasıdır bu wild-card'ı, ama o eleme oynamak istediğini açıkladı tecrübe kazanmak adına. Bu wild-card da iki hafta sonra açıklanacak. Geriye kalan 4 spot, erkeklerde olduğu gibi, turnuva direktörü tarafından kendi vatandaşlarına dağıtılacak. Birinin zaten Justine Henin'e verildiği onaylandı. 2 ve 3. wild-card'ların da Olivia Rogowska ve Alicia Molik'e gideceği çok açık. Son wild-card hala şüpheli. Genç yeteneklerden öne çıkan Monica Wejnert var aday olarak. Onun haricinde tur sıralamasında 110. basamakta bulunan ve ana tablo için önündeki 6 oyuncunun çekilmesini bekleyen Jarmila Groth'a verilebilir wild-card. Tabii, bir de Yanina Wickmayer var. Lakin, turnuva direktörü Wickmayer'e wild-card verilmesi konusunda pek ümitvar konuşmadı. Kısacası, son wild-card'ın kime gideceği hala belirsiz kadınlarda...

Geri sayıma devam ediyoruz. 28 gün kaldı...

13 Aralık 2009 Pazar

Andy Roddick & Serena Williams

Twitter aleminin kralı Andy Roddick, yaklaşık 5-6 saat önce 2012 Londra Olimpiyatları'nda karışık çiftler kategorisinde Serena Williams ile birlikte mücadele edeceklerini açıkladı. Biliyorsunuz, 2012 Londra'da karışık çiftlerin oynanma kararı geçtiğimiz hafta içinde çıkmıştı. 2012 Olimpiyatları'na daha 2.5 yıldan uzun bir zaman varken bu açıklama ne kadar ciddiye alınır, orası ayrı. Sakatlık, yorgunluk bahanelerinin ortaya çıkması kuvvetle muhtemel zira...

8 Aralık 2009 Salı

Ryan Harrison

İsmini, bazılarımız 2008 Avustralya Açık'taki junior yarı finali, bazılarımız 2009 US Open elemelerinin ilk turunda Marsel İlhan ile oynadığı maçta duydu. Amerikan tenisinin gelecek vaat eden oyuncularının arasında ismi başı çeken Ryan Harrison; Alex Kuznetsov, Donald Young ve Jesse Levine gibi oyunculara set dahi vermeden Avustralya Açık 2010 için ana tablo biletini kaptı.

Turnuvanın çeyrek final sonuçlarını vermiştik. Yarı finallerde, beklediğimiz gibi Jesse Levine kazanarak finale çıktı. Çekişmeli geçebilir, ortada dediğimiz Young-Harrison maçı ise, pek de öyle olmadı. 6-3, 4-0'ı yakalayan Harrison, o andan sonra biraz yalpalasa da, maçı bırakmadı ve 6-3, 6-4'lük setlerle turnuvada adını finale yazdırdı. 5 set üzerinden oynanan final maçında 4 setlik bir Levine galibiyeti düşünüyordum. Yanıldım. Çok rahat yendi Harrison, Levine'ı. 6-4, 6-1 ve 6-3...

Ünlü tenis yazarı Peter Bodo'nun blogunda Harrison ile ilgili yazdığı bir makale vardı birkaç ay öncesinde. Güçlü servisinden, etkili groundstroke'larından ve sağlam file oyunundan bahsediyordu. Şu anda ATP Tour sıralamasında 363. sırada bulunuyor Amerikalı tenisçi. Henüz 92 doğumlu olduğunu da hatırlatalım. Genelde bu yaşlarda tenisçiler yeni yeni piyasaya çıkmaya başlarken, Harrison, 2008 yılında başladığı (aslında 2007 ama sadece 1 turnuvaya katıldığı ve o da aralık ayında olduğu için pas geçtim) profesyonel kariyerinde, kısa sürede ufacık da olsa bir patlama gerçekleştirmeyi başardı. Avustralya Açık'ta biraz zor kura çeksin de, TV'den izleyebilelim. Christophe Rochus-Ryan Harrison maçını Eurosport neylesin, değil mi? :)

Kadınlarda, Christina McHale beklediğimiz gibi finale çıkmış. Rakibi, CoCo Wandeweghe idi. İlk set, tie-break ile Wandeweghe'ye gitmiş. İkinci set, 6-0 ile McHale'a. Final setini 6-3 ile alan Wandeweghe wild-card'ı kapmış. Ona da bir tebrik gitsin.

14-20 Aralık arası Avustralya Tenis Federasyonu, kendi oyuncuları için buna benzer mini bir turnuva düzenleyecek. Katılacak isimlerin tamamı açıklanınca buraya koyarız. Ayrıca, o turnuva için stream de olacak. Onu da buradan paylaşırız. Avustralya Açık havasına girmek adına, iyi bir ön hazırlık olabilir. Zaten mavi hissetmeye(!) başladım bile...

6 Aralık 2009 Pazar

Hangisi?


Ve Juju Korta Çıkar...

Geri dönüşünü kısa bir süre önce açıklayan Henin, bugün vatandaşı Kirsten Flipkens karşısında ilk kez korta çıktı. Maç için internet üzerinde stream bulunmasına rağmen başka işlerim olunca izleyemedim. 6-4 ve 6-4'lük setlerle kazanmış Justine. Çok iyi puanlar da aldığı söyleniyor, çok feci basit hatalar yaptığı da. 1.5 yıllık aranın ardından garipsememek lazım tabii. Flipkens de gayet iyi bir oyun ortaya koymuş.

Bu 4 oyuncunun mücadele ettiği bir hazırlık turnuvası bu arada. Diğer maçta Flavia Pennetta, Alize Cornet'i 6-4 ve 6-0'la mağlup etmiş. Yarın kaybedenler ve kazananlar karşı karşıya gelecek. Pennetta maçı, daha iyi bir test olabilir Belçikalı için.

Avustralya Açık'a Wild Card

USTA (Amerikan Tenis Birliği) Avustralya Açık 2010 için erkeklerde ve kadınlarda birer adet olmak üzere, toplamda 2 wild-card veriyor kendi oyuncularına. Wild-card'ın hangi oyunculara gideceğini ise 8 kişilik bir mini turnuva belirliyor. Amerikan olup da, Avustralya Açık ana tablosuna sıralaması yetmeyen oyuncular katılabiliyor bu mini turnuvaya. 3 maç kazanan bileti kapıyor.

Turnuvanın çeyrek final maçları dün akşam oynandı. Sonuçlar şöyle;

Erkekler:

Jesse Levine(1) def. Eric Quigley(8), 6-2 6-2
Michael McClune(5) def. Lester Cook(4), 6-3 6-2
Ryan Harrison(6) def. Alex Kuznetsov (3), 6-3 6-3
Donald Young (2) def. Jack Sock(7), 3-6 6-2 6-0

Kadınlar:

Julia Boserup(8) def. Madison Brengle(1), 6-3 6-4
Alison Riske(2) def. Grace Min(7), 6-4 6-4
Christina McHale(3) def. Ester Goldfeld(6), 6-3 6-2
CoCo Wandeweghe(4) def. Asia Muhammed(5), 6-4 6-2

Yarı final maçları pazar, final maçları ise pazartesi günü oynanacak. Eşleşmeler şöyle;

Jesse Levine(1) - Michael McClune(5)
Ryan Harrison(6) - Donald Young(2)

Julia Boserup(8) - Alison Riske(2)
Christina McHale(3) - CoCo Wandeweghe(4)

Erkekler Levine'ın zorlanmadan finale çıkacağını düşünüyorum. Harrison-Young maçı ortada. O maçı alan kim olursa olsun, finalde Levine'ı zorlayacaktır. Ama, Levine'nın final maçını da kazanmasını bekliyorum. Kadınlarda Riske-McHale finali ve McHale'ın bileti alması yüksek bir ihtimal gibi duruyor.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Doha'da Sakatlar Ordusu

Arşivleri karıştırmadığım için emin değilim; ama, öyle sanıyorum ki, bu yıl Doha'da düzenlenen Sezon Sonu Şampiyonası, bir tarihe tanıklık etti. Klasmandaki ilk 8 tenisçinin doğrudan katıldığı, 9 ve 10 numaraların ise, 'yedek oyuncu' olarak yerini aldığı Katar'da, sakatlıksız, sorunsuz, ilginç geçmeyen bir gün bile olmadı. Ah, pardon! İlk gün, bir anda aklımdan çıkıvermiş. Doğru ya, ilk gün, turnuvada sakatlık dolayısıyla herhangi bir sporcunun maç bırakmadığı tek gün. Neyse, hikayeyi özetleyelim...

İkinci günün, ikinci maçında, Dinara Safina ile Jelena Jankovic karşı karşıya geliyor. Ama sadece ve sadece 11 dakikalığına. Rus tenisçinin sakatlığı 2.5 oyundan fazlasına, ne yazık ki, müsaade etmiyor ve Safina, dünya 1 numarasını, 1 hafta aradan sonra tekrar Serena Williams'a bırakmanın verdiği üzüntüyle maç sonunda gözyaşlarına boğuluyor. (Evet, oynanmayan maçın sonunda...)

Üçüncü günün ilk maçında Caroline Wozniacki'nin karşısına, sakat Dinara Safina'nın yerini alan dünya 9 numarası Vera Zvonareva dikiliyor. İlk sette, Zvonareva'nın çizdiği garip oyun profili, Wozniacki'nin ezici üstünlüğünün en büyük nedeni. İkinci sette de benzer şekilde Danimarkalı'nın üstünlüğünde geçen bir oyun, Zvonareva'nın burnundan akan kanların musluktan akan su misali olması, Wozniacki'nin sakatlık molası ve yine korttaki gariplikler. Zvonareva'nın geri dönüşü ve son sete gidiş... Final seti, 5-4 Wozniacki önde, kendi servisinde 30-15'i yakalamış ve maça yalnızca 2 puan uzaklıkta. Bir anda sağ bacağına giren kramp, gözyaşları ve 30-40'ı yakalayan Zvonareva. Tabii, bir de, ekranları başında, Wozniacki'nin mücadelesine "yazık oldu" demeye başlayan tenisseverler. Ama, ne var ki, korttaki gariplikler sınır tanımıyor. 19 yaşındaki genç yıldız, üst üste 3 puan alıyor ve maçı kazanıyor, ağlaya ağlaya... Son olarak, çoğu kişinin es geçtiğini gördüğüm-düşündüğüm bir gariplik daha; kaybettiği her maçta, bırakın maçı, kaybettiği her sette, oyunda ve puanda çığlıklar atan, oyun aralarında havlusunu başına örtüp ağlayan, raket parçalayan Zvonareva, böylesine dramatik ve heyecan verici bir maçı kaybetmesi sonrasında, çok sakin kalmayı başarabiliyor. Üstelik, ilk 2 sette sürekli ağlarken ve ayak bileğindeki sakatlıktan dolayı yakınırken. Peki, ya sonuç? Maçı kaybeden Vera, gün sonunda ayak bileğindeki sakatlığı bahane göstererek turnuvadan çekildiğini açıklıyor. Oyuna(!) bu kez, dünya 10 numarası Agnieszka Radwanska dahil oluyor.

Grupların son gününde, Victoria Azarenka ile mücadele eden Radwanska, ilk seti 6-4 kaybediyor ve ikinci sette 5-3 geriye düşüyor. 5-4'te maç puanı çevirip, seti 7-5 kazanmayı başarıyor. Üçüncü sette, Radwanska 4-1 üstünlüğü yakalıyor ve sandalye hakemine doğru bir havlu daha atılıyor. Bu kez Beyaz Rusya'dan...

3 mü etti..? Bacağında kocaman bir bandajla maçlara çıkan Serena Williams ve ağrılarla maçlarını oynayan ablası Venus'u saymadım. Saymayacağım da. Zira, bütün tenisçilerin telef olduğu er meydanında, son güne kadar ayakta kalabilmiş olmaları, onlara bir torpil şansı yaratıyor(!).

Wozniacki'nin sakatlığından bahsetmeye gerek var mı, açıkçası pek emin değilim. Daha doğrusu şöyle demeliyim: Wozniacki'nin burada yaşadıkları üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki, bunların toplamı ayrı bir yazının konusu bile olabilir başlı başına ve bu konudan upuzun bir yazı çıkabilir. Bütün sezon izlediği strateji, katıldığı turnuva sayısı, Lüksemburg'a gidişi, Lüksemburg'da maçı bırakışı, Doha'ya sakat gelmesi, ikinci maçında Zvonareva'ya karşı mücadele ederken sakatlığının daha da ağırlaşması, bacağına giren kramplar, Jankovic maçında attığı ilk servislerin hızına en son 13-14 yaşındayken sahip olması, Serena'ya karşı oynadığı yarı final maçında Jankovic'e karşı oynadığı oyunun sadece biraz fazlasını oynayabilmesi vs vs... Ha, tabii, bir de unutmadan, maçı ikinci setin başında bırakması... Kesinlikle, vakit bulduğumda üzerine ayrıca düşmeye çalışacağım bunların. Nasıl olsa, önümüzde boş 2 ay var, elbet yazacak bir boşluk yaratılır.

Kısaca(!) özetlemek gerekirse, durumlar böyle. Açacak, girecek, karıştırılacak, irdelenecek çok yanı var bu olayların. Ama, Wozniacki'ninki başta olmak üzere, hepsi ayrı ayrı incelenebilecek hikayelere sahip. Tabii, oyuncularının sakatlıklarının hikayeleri bir yana, bir de bu durumun baş müessibi olan WTA Tour organizasyonu var ki, onların yaptığı hatalar bambaşka. Biraz da onlardan bahsetmek gerek.

İnsanların Grand Slam turnuvalarından sonra, - belki de Grand Slam turnuvalarıyla birlikte - en merakla, en heyecanla bekledikleri bu organizasyon, bu sene tam anlamıyla fiyaskoya dönüşmüş durumda. Kadın tenisçiler 10, erkek tenisçiler 11 aylık sezon takvimiyle boğuşuyorlar bir yılda. Her iki taraf da en azından sezonun 1 ay kısaltılmasına dair istekler de bulunuyor. Ama, kadınlar turu 9, erkekler turu 10 aylık bir takvime sahip olsa dahi, bunun bile yetersiz olduğu anlaşılacak kısa bir süre sonra. Yani, tek problem sezonun uzunluğu veya kısalığı değil. Sezon sonu turnuvası, ufak bir isim değişikliğine gidilerek, sezon başı turnuvası olarak, sezonun başında Avustralya Açık'ın oynandığı tarihlerde oynanabilir, pekala. Sıcaklardan dolayı oyuncuların sürekli şikayetçi olduğu Avustralya Açık da, daha ileri bir tarihe atılabilir. Sonra. Amerika Açık ile Avustralya Açık'ın arasının daha fazla açılmaması için, Amerika Açık, biraz daha ileri bir tarihe alınıp, sezon kapanışının yapıldığı turnuva olarak oynanabilir. Amerika Açık sonrasına 2-3 hafta, 250 ve 500'lük, daha çok isteğe bağlı katılımın olacağı turnuvalar koyulabilir belki. Bunun dışında... Sezonun çok büyük bir bölümünü sert kort turnuvaları oluşturmakta ve biliniyor ki, sakatlığa en çok sebebiyet veren kort türü, sert kort. Üstelik, bu sert kort sezonu Ağustos ile Kasım arasını kapsıyor. Yani, sezonun ikinci yarısını. Yani, oyuncuların zaten yavaş yavaş vücutlarının yorulmaya başladığı ayları. Sezonun başında da, nisan ayında başlayan toprak kort sezonuna kadar bir sert kort periyodu mevcut, ama asıl sorun yaratanı ikinci bölümdeki sert kort sezonu, bence.

Kısa keselim; sezonun ikinci yarısındaki sert kort baskınlığını kırmak kilit nokta fikrimce. Mesela, koskoca 10-11 aylık takvimlerde çim kort, yalnızca 5'er turnuva ile geçiştiriliyor erkekler ve kadınlarda. Toprak korttaki turnuva sayısı çok daha fazla, ama sert kortun yanında, o da biraz ezik kalıyor doğrusu. Yukarıda dediklerimize ek olarak, sezonun süresi biraz daha kısaltılabilir, sert kort turnuvalarının dominasyonu kırılabilir, Amerika Açık'ın ileri bir tarihe kaydırılması halinde, ağustos ayı içerisine 3-4 çim kort turnuvası daha eklenebilir, toprak kort sezonu biraz daha erken açılabilir vs vs... Bir de, sezon sonu şampiyonaları, inanılmaz nemli havası dolayısıyla kramp ve sakatlığa davetiye çıkaran yerlere değil de, daha sağlıklı yerlere verilebilir...

Tüm bunlar bir yana, yarın turnuvanın finali oynanacak Serena ve Venus Williams arasında. Benim, yarınki final için favorim, postun başındaki resimde. İlk 5 günde en iyi performansı gösteren oyuncu oydu, ama favorim olmasının bununla bir alakası yok. Sadece, sakatlık sebebiyle maçı bırakma şansının Venus'e göre daha az olduğunu düşünüyorum. 20 yılda birbirleriyle 382 defa oynamış kardeşleri yarın sezon sonu şampiyonası finalinde izleyeceğim için çok heyecanlıyım. Tabii, yerseniz...

4 Eylül 2009 Cuma

Teşekkürler Marsel

sol tarafımda gicquel-roddick maçı açık ama pek keyif vermiyor. roddick, gulbis karşısında olduğundan bile daha rahat götürüyor maçı. ben de fırsattan istifade, hazır blog'un da kepenklerini yeniden açmışken marsel'le ilgili bir post gireyim dedim.

marsel, daha önce bütün grand slamleri dolaşmış, hepsinde ilk eleme turunda kaybetmişti. 4 grand slam'e katılıp turunu tamamladıktan sonra tekrar us open'a, en sevdiği grand slam'e geri döndü. önce ilk maçında 17'lik ryan harrison'u üç sette; sonrasında tecrübeli fransız de chaunac'ı 2 tie-break sonrasında eledi. son eleme turunda da favori gösterilmediği maçta, brezilyalı raket ricardo mello'yu 6-4 ve 6-2 gibi net setler sonucunda mağlup etti.

ilk turda belçikalı christophe rochus ile eşleştiğinde iyi kura çektiğini ve eleyebileceğini düşünmüştüm, yanılmadığım için çok mutlu oldum. daha iyi kuralar olabilirdi, daha makul seçenekler vardı ama verdasco gibi bir ihtimal de vardı misal. rochus'un diğer grand slam'lere göre us open'da daha kötü olduğu gerçeği de ortadaydı. özellikle son 2 sette 5-3'ten geri dönüp müthiş bir işe imza attı, 2. turda amerikalı john isner'ın rakibi oldu.

maç günü geldiğinde eurosport 2'de yayın olacak mı, olmayacak mı; olacak mı, olmayacak mı diye tartışır iken, maçın yayınlanmayacağını öğrendik önce. sonra söderling-granollers maçında granollers sakatlanınca, marsel-isner maçının yayını başladı, sevindirik olduk.

açıkçası isner karşısında marsel'e çok şans vermiyordum ama içimde bir "neden olmasın?" da yerini koruyordu. özellikle ilk seti kaybetmesine pek takmadım. hayatında 10 bin kişilik bir kortta oynamamış marsel için sıradışı bir tecrübeydi ve karşısında muazzam bir servis atan devin olduğu gerçeği de öylece duruyordu. ilk başta heyecan, maça girme derken, bir servis kırdırır arada, seti verir diyordum ki; öyle de oldu. ama oynadığı tenis ümit veriyordu. ikinci setin başlangıcıyla birlikte düşüş baş gösterdi marsel'de. özellikle ilk servisini oyuna sokmakta çok büyük sıkıntı çekti, ki bu ona servis kırdırma olarak geri yansıdı. isner'ın servislerinde ara ara iyi return'ler çıkarıp, oyunu yavaşlatmasına ve isner'a hata yaptırmasına rağmen o servis kırma eşiğini bir türlü aşamadı. isner'ın servisinde 2 puan alıp çok oyun kaybetti marsel. tam aksine isner ise, marsel'in servisinde love-game ile çok oyun kaybetti ama her sette bir oyuna iyi konsantre olarak servis kırmayı başardı. üçüncü setin başında isner yine servis kırmasına rağmen bırakmadı marsel, hemen karşılık verdi ve maçta ilk kez isner'ın servisini kırmayı başardı. üstelik, maçta en iyi tenisini ortaya koyduğu setti üçüncü set. gerçekten kazanmayı hak etmişti üçüncü seti. kendi servislerini çok zorlanmadan alıyordu ve return'leri de gayet sağlam iş görüyordu. 5-4 ve 6-5 öndeyken bir kez servis kırabilse bırakın set almayı, maça bile geri dönebilirdi ama hep kritik yerlerde çok iyi servis geldi isner'dan...

tie-break ise başlı başına talihsizlikti. ilk puanda marsel'in servisinde şans çok büyük yardım etti isner'a diye düşünüyorum, sadece karşılamak amacıyla raketi yere koydu ve top gidebilecek en iyi yere gitti, puanı aldı. ikinci puanda file önüne çok acemice geldi yine isner, çok müsait pozisyonda passing shot'u dışarı yolladı marsel. 3-0 olduğunda bile ümidimi korudum. 3-1 oldu ve 5. puanda marsel çok iyi kurguladı oyunu ve isner'ı kortun dışına itti, lakin isner bile puanı bırakmışken bomboş forehand'i dışarı gönderdi marsel ve sonrasında da iyice demoralize olup 7-1 ile verdi tie-break'i...

önemli değil, hiç önemli değil... grand slam'lere onlarca kez katılıp 3. tur göremeyen o kadar çok raket var ki... dolayısıyla marsel'in ilk grand slam'inde, üstelik bir challanger oyuncusu iken, hayatında hiç atp tour turnuvası bile oynamamışken tur atlamayı başarması ve bana göre ikinci turda da fena bir oyun oynamaması, gerçekten çok sevindirici... ekim-kasım-aralık ayları ölü sezon teniste. turnuva sayıları azalıyor, tatildir, odur, şudur vs... marsel, çok büyük bir iş başardı. en azından türkiye ölçeklerinde, bu böyle. ve yurda döndüğünde muhtemelen fazlasıyla hak ettiği ilgiyi görecek. sponsor bulmakta sıkıntı çekerken, yine kanaatimce bu ay içerisinde kendisine ciddi şekilde yardımcı olabilecek bir sponsor bulabilecek. ocak ayında avustralya açık var ve sert kortta... marsel'in en iyi olduğu kort yani. marsel'in elinde çok büyük bir fırsat var ve eğer "challanger oyuncusu" sıfatından çıkıp, bir seviye üste çıkmak istiyorsa, bu fırsatı çok iyi değerlendirmeli. önümüzdeki birkaç ayda tatilinden, dinlenmesinden kısıp mümkün olduğunca fazla çalışmalı ve yeni sezona büyük hedeflerle girmeli. ne olabilir bu büyük hedefler? 4 grand slam'in en azından 2'sinde ana tabloya yükselmek mesela. avustralya ve amerika açık'ta bunu yapmalı. belki bir de wimbledon'da... en azından 1 veya 2 challanger turnuvası kazanmalı. 2008'de kazandığı challanger turnuvası ona 110 puan getirmişti mesela, çok önemli bu sıralaması açısından. ve önüne koyduğu top 50 hedefine biraz olsun yaklaşmalı, 150 civarı sıralara kadar ilerleyerek...

yükselişini devam ettirmesi umuduyla; her şey için teşekkürler, tebrikler marsel... bundan sonrası için de başarılar, önünde daha çok uzun yıllar var...

Geri Dönüş

bazı sebeplerden dolayı ara vermiştim yazmaya, us open'ın başlamasıyla birlikte tekrar geri döndüm. turnuva başlayalı 4-5 gün oldu gerçi ama olsun olsun, toparlarız bir şekilde. merhaba yeniden...

6 Ağustos 2009 Perşembe

Richard Gasquet Zorda

richard gasquet, kokain kullandığı gerekçesiyle itf tarafından 2 yıl tenisten uzaklaştırılmıştı. gelişen süreçte, gasquet savunmasında kokain kullanmadığını söylemiş, bir gece kulübünde pamela adında bir kadınla öpüştüğünü ve pamela adlı kadının kokain kullanması sebebiyle böyle bir sonuç ortaya çıktığını belirtmişti. itf de gasquet'ye inanıp, cezasını 2 aya indirmişti. "iyi hal ve durum" gibi bir şey olsa gerek herhalde, çok net detaylarını bilmiyorum. gelgelelim, bu pamela adındaki kadın asla kokain kullanmadığını söylemiş ve bir dna testi yapılmış kendisine. sonuçlar henüz belli değil ama kokain kullandığını bu kadar net bir şekilde reddeden ve test yaptırmaktan da çekinmeyen biri haklıdır diye düşünüyor insan. lafın kısası, gasquet'nin iddialarından çok daha inandırıcı duruyor pamela'nın söyledikleri. eğer ki, testlerde kokain kullanmadığı anlaşılırsa o zaman ortalık ne hal alır, düşünemiyorum.

iki şey... birincisi, profesyonel olarak spor yapan ve hayatını spordan kazanan, yaptığı sporda da gayet tanınan biri olan bir insan neden bu kadar dikkatsiz davranır? kimsenin eğlencesine karışmaya hakkımız yok tabii, herkes istediği gibi yaşar ama bu kadar da vurdumduymaz olunmamalı kanımca. fakir edebiyatına gelecek belki biraz olay ama, söylemeden de duramıyorum. onun konumunda olmak isteyecek kaç insan var kim bilir..? ikincisi ve bence daha da önemlisi, tenis federasyonu'nun böyle bir savunmaya gözü kapalı nasıl inanabildiği. belki gerçekten haklıdır gasquet ve sonuçlar pozitif çıkabilir. ama her ne olursa olsun, bu kadar kolay olmamalı bu işler. zaten olur da, testler pozitif çıkmazsa en az gasquet kadar başı yanacaktır bu kararı veren federasyonun...

Amerika'da Bir Şilili

fernando gonzalez, washington'da düzenlenen turnuvada seyirci desteğinden mağrum kalmamış görüldüğü üzere. fotoğraf, gonzalez'in ikinci tur maçından. 7-5, 7-5'lik setlerle kazandı maçı şilili raket. eğer yarı final, final gibi üst noktalara gelirse, tribün bile yapabilirler, sam querrey'in samurai grubu misali...

Washington'da Sona Doğru

washington'da düzenlenen turnuvada son 16'ya kalan tenisçiler belli oldu. herhangi bir şekilde maçların yayını olmadığı için izleyemiyoruz. livescore'la bir yere kadar oluyor, mazur görün artık...

1 numaralı seribaşı andy roddick, ilk turu bye geçmesinin ardından ikinci turda benjamin becker'i 6-3 ve 6-2'lik setlerle mağlup etti. çeyrek finale yükselmek için sam querrey ile mücadele edecek. oldukça zorlu bir maç olacağa benzer, ikisi de çok formda. roddick, eğer querrey'i geçerse çeyrek finaldeki rakibi de zorlu: ivo karlovic. tabloda roddick'in bulunduğu tarafın alt kısmı çok güçsüz gözüküyor. seribaşları olan jo-wilfried tsonga, dmitry tursunov ve mardy fish gibi raketlerin ilk iki tur sonunda elenmesi, underdog'lara umut ışığı oldu. john isner ve tomas berdych rakipleri karşısında favori gibi gözüküyor, ama ne olursa olsun oradaki 4 tenisçiden herhangi birinin finale yükselmesi çok uzak ihtimal.

geçen haftanın umag finalisti juan carlos ferrero, bu turnuvaya da hızlı giriş yaptı. 7 numaralı seribaşı tommy robredo'yu mağlup ederek son 16'da tommy haas'ın rakibi oldu. o maçın galibi, odesnik-gonzalez'in galibiyle oynayacak. buradan tommy haas gelir diye düşünüyorum. alt tarafa bakalım. robin söderling'in rakibi marc gicquel. bir sürprize mahal vereceğini sanmıyorum formda söderling'in. söderling de belli bir zamandan sonra bu formunu kaybetmeye başlayacak bence, ama henüz o zaman daha gelmedi gibi duruyor. geçen senenin şampiyonu ve bu senenin de 2 numarası olan juan martin del potro tayvanlı lu'yu 3 sette geçerek, lleyton hewitt'in rakibi oldu. del potro'nun pek formunda olduğu söylenemez, hewitt de sürprizleri seven bir tenisçi. buradan da değişik bir sonuç çıkabilir. ama eğer hewitt'i geçerse söderling'e pabuç bırakmaz del potro çeyrek finalde.

"şu isim favorim" diye net bir şey söyleyemiyorum tabloya baktığımda. aslında favorim var olmasına var da, onun da kurası çok zorlu, emin olamıyorum o yüzden. andy roddick'ten bahsediyorum... yukarıda da yazmıştık, sam querrey'le eşleştiğini, bu turu geçerse çeyrekte de yüksek olasılıkla karlovic ile karşılaşacağını. eğer bu iki rakibi aşmayı başarırsa yarı final ve finalde, karşısına querrey-karlovic'ten daha kolay rakipler gelebilir...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Genç Tenisçiler Rahatsız (!)

washington ve los angeles'ta düzenlenen turnuvaların genç yıldızları ilk turdan dökülmeye başladılar. eğer 2-3 yıl daha böyle istikrarsız bir biçimde devam ederse tenisin sabri sarıoğlu'su olmaya en büyük aday olan ernests gulbis, elemelerde kevin kim'i mağlup ettikten sonra ilk turda tomas berdych'e 2 sette kaybetti. 88 doğumlu gulbis ve artık çanlar onun için daha da hızlı çalıyor. bir an önce patlamasını gerçekleştirmesi gerekiyor artık. los angeles'taki wta turnuvasında, ilk turda geleceğin iki yıldızı sorana cirstea ve michelle larcher de brito karşı karşıya geldi. kazanan 6-4 ve 7-5'lik setlerle romen cirstea oldu. bir diğer genç romen monica niculescu'yu ise, samantha stosur fena çarpmış 6-1 ve 6-2'lik setlerle...

erkeklerde ilk sürpriz marin cilic'in elenmesi. hindistan'dan devvarman'a iki sette boyun eğmiş. favorilerden juan martin del potro ve tommy haas da 3 set oynayarak 2. tura yükselenler. benjamin becker ve robby ginepri gibi iki tecrübeli raketin karşılaşmasında servis kırma yaşanmamış ve tüm setler tie-break'le sona ermiş. ilk tie-break becker'in, ikincisi ginepri'nin, üçüncüsü de becker'in olmuş. wimbledon'ın yıldızı andy roddick de yarın korta çıkıyor ilk turu bye geçmesinin ardından. rakibi benjamin becker...

bayanlarda formsuz zvonareva ve ivanovic 3 set oynayarak ikinci tura yükselmeyi başardılar. 17 yaşındaki melanie oudin, hantuchova karşısında ilk seti tie-break'te kazandıktan sonra diğer iki seti 6-2, 6-2'yle verdi. genç alman sabine lisicki de 38'lik date krumm karşısında zor anlar yaşamış ama final setinin son oyununda servis kırarak maçı kazanmayı başarmış...

şimdilik bu kadar...

Son Karar Belli

nadal, haftalar öncesinden 8 ağustos'ta başlayacak montreal'deki turnuvayla birlikte geri döneceğini açıklamıştı. zaman ilerledikçe, sakatlığın nadal'ı zorladığı, nadal'ın dönüşünün ertelenebileceğine dair haberler çıkmıştı çeşitli kaynaklarda. bu sabah radio marca'ya konuşan toni nadal, son kararı bildirmiş. nadal, montreal'da kesinlikle kortta olacak.

sevindirici bir haber. en son 31 mayıs'ta robin söderling karşısına çıkmıştı ve geçen yıl şampiyon olduğu montreal'de puanlarını korumak isteyecek. heyecanla ve merakla bekliyoruz efendim. amerika açık'a kadar hazır olması dileğiyle...

4 Ağustos 2009 Salı

Safina Konuştu

dinara safina ile serena williams arasında bir gerginlik mevcut, biliyorsunuz. aslında ikili arasında bir gerginlik olduğunu söylemek pek doğru bir yaklaşım değil, serena car car konuşuyordu sadece. sonunda safina'dan da bir açıklama gelmiş. safina-serena tartışmalarında safina tarafında olanlardan pek de farklı bir şey söylememiş aslında kendisi...

"dünya sıralamasını ben yapmıyorum. serena'nın bir problemi varsa, bana değil wta yönetimine başvursun. bütün bir yıl boyunca topladığım puanlarla buradayım. sadece grand slamler için çalışmıyorum, ayrıca büyük turnuvalarda da iyi sonuçlar aldığıma inanıyorum."

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Serena'yı Neden Sevmiyoruz?


Bartoli ve Querrey'in Şampiyonlukları

bu hafta fazlasıyla yoğundu. atp ve wta tour kapsamında tam 5 turnuva gerçekleştirildi. bunlardan biri de istanbul olunca çok yoğun oldu günler. sabah istanbul, akşam amerika'daki turnuvalar derken tenise doyduk. bu hafta nispeten biraz daha boş. erkeklerde ve bayanlarda birer turnuva var. roddick, tsonga, del potro, gonzalez, querrey, cilic gibi raketlerin katılacağı washington'daki turnuvanın ana tablosuna şuradan, los angeles'te düzenlenecek olan turnuvaya katılacak olan seribaşlarına şuradan göz atabilirsiniz.

dün gece eurosport, iki finali arka arkaya yayınlamayı planlıyordu. bartoli-venus finalinde ilk set sonrasında görüntü, bartoli'nin maçı rahat alacağıydı. ilk seti 6-2 gibi rahat bir skorla aldıktan sonra ikinci sette de servis kırma avantajını ele geçirdi ve 5-4'e kadar korudu servisini. maç için servis atarken venus kırdı servisi, sonra da seti aldı. çok duygusal olması ve maç içinde çok fazla reaksiyon vermesiyle tanınan bartoli, şaşırtıcı şekilde maça tutunmayı başardı final setinde. yine servisini kırdı venus'un ve bu kez ikinci setteki gibi bir hataya düşmedi. gerçi yine maç için servis atarken 0-30 geriye düşüp servis kırdıracağının sinyallerini vermedi değil, ama cesaretini çok güzel toplayıp, maç içinde oynamadığı kadar agresif puanı 4 defa üst üste oynadı ve en azından bana göre hak ederek kazandı. hak edip etmemesi kişiden kişiye değişir tabii, ama en azından bu maçı ve şampiyon olmayı çok ama çok istediği, herkesden daha fazla istediği her halinden belliydi. hatırlatalım, yarı finalde jankovic karşısında maç puanı çevirip kazanmıştı; karşısındaki venus de sharapova ve dementieva gibi isimlere eze eze gelmişti. ve, ilk setteki berbat oyunundan sonra maçın geri kalanında çok iyi oynadı venus.

ayrıca yarı finalde izlediğim dementieva-venus maçı, williams kardeşler tenisi bırakmadıkça veya erken elenip dementieva ile karşılaşmadıkları sürece, demenetieva'nın asla bir grand slam kazanamayacağını kesin olarak kanıtladı bana. wimbledon'da bu kardeşlerden birine karşı çok çok iyi oynamasına rağmen maç puanı kaçırıp yine elenmişti dementieva hatırlayacaksınız. yaş da geçiyor... böyle bir isim grand slam kazanamadan tenisi bırakırsa, üzücü olur gerçekten.

venus-bartoli maçı uzayınca, üst üste iki final izleme olayı yalan oldu. ball-querrey finaline bağlanıldığında, querrey ilk seti 6-4'le almıştı. elemelerden gelen avustralyalı carsten ball, gstaad'da thomaz bellucci'nin yaptığını yapamadı. fazla izlemedim maçı, göz atma seviyesinde takıldım ama maçın her halinden bir servis savaşına dönüştüğü belliydi. ilk sette querrey 2, ball 1 kez servis kırabilmiş. ikinci sette ball 1 defa servis kırmış, ki bu onun seti almasına yetmiş. son setin başlarında da querrey servis kırıp durumu 4-1'e getirince ball haliyle düştü maçtan, 6-1'le final setini alarak şampiyonluğa ulaştı kendi memleketi los angeles'ta querrey. yukarıdaki resim, sam querrey'in üniversiteden arkadaşlarının oluşturdukları samurai grubu. çok eğlenceli işlere imza attılar maç boyunca, kupa töreninde de korta indiler. querrey gibi adamın böyle bir taraftar grubu olması gayet normal...

ha unutmadan, querrey de final şanssızlığını kırmış oldu böylece. 3-4 hafta önce newport'ta lucky loser olarak ana tabloda yer alan rajeev ram'a finalde kaybetmişti, geçen hafta da indianapolis'te robby ginepri'ye. bu sefer bir vatandaşı değil de, avustralyalı ile karşılaşınca affetmedi. üst üste oynadığı finallerin ardından bir de şampiyonluk kazanınca haliyle sıralamada bir hayli basamak atladı querrey, 26. sıraya kadar yükseldi. bu form durumuyla, "us open'da üst turları görmeyi beklediklerimiz" listesine kafadan giriş yapmayı başardı...

şimdi tam yazıyı gönderirken aklıma geldi, bir de nikolay davydenko'nun umag'ta kazandığı toprak kort şampiyonluğu var tabii, atlamışız. zaten pek takip edememiştim o turnuvayı. ama juan carlos ferrero'nun finale kadar çıkıp adını biraz olsun hatırlatması sevindirici. her ne kadar finalde fena şekilde ezilse de...

marion bartoli, sam querrey ve nikolay davydenko'ya da tebriklerimizi gönderip, bu haftaki tebrik faslımızı kapatalım.

2 Ağustos 2009 Pazar

Televizyonda Tenis Yayınları #1

2 ağustos 2009 pazar (bu akşam):

22.00: wta stanford finali, venus williams-marion bartoli (eurosport)
00.00: atp los angeles finali, sam querrey-carsten ball (eurosport)

iyi seyirler...

Gstaad'da Yağmur Var, Gstaad'da Sürpriz Var

fenerbahçe 2005-06 sezonunda, uefa kupası maçında az alkmaar karşısında 2-0 öne geçtiğinde, maçı anlatan ilker yasin'in ağzından şu kelimeler dökülüyordu; "alkmaar'da bayram var, alkmaar'da düğün var"... o replik benim aklıma işledi ne alakaysa, bugünkü bellucci-beck finalini izlerken yine alakasız bir biçimde aklıma geldi ve ben de başlık olarak seçtim... saçmaladığımın farkındayım tabii...

1000 metre yükseklikteki gstaad'da alpler'in yanında turnuva yapınca ağustos'un başındaki bu yağmura şaşırmamalısınız. turnuvanın final maçı dışında hiçbir maçını izlemedim, daha kaç kere durdu maçlar, bilmiyorum... brezilyalı tenisçi thomaz bellucci dünya sıralamasında 119. sırada ve bu turnuvada seribaşı tenisçiler arasında değildi. ama üst üste sürprizler yaptı, favorileri bir bir eledi ve bu yıla 109. sırada girip çok iyi form durumu sayesinde 51. sıraya kadar yükselen andreas beck ile finalde karşılaşma fırsatı buldu. maç öncesi ilginç not, iki tenisçinin de solak olmasıydı...
bellucci'yi bugüne kadar hiç izlememiştim, katıldığı 3-5 grand slam'de de hep ilk turdan elenmiş. wimbledon ve us open'da birer kez gördüğü 2. tur, en büyük slam başarıları. bugün oynadığı final maçıyla kendini hem bana, hem de daha pek çok tenissevere çok güzel tanıttığına inanıyorum. maçın henüz ilk oyununda beck'in servisini kırdı ve avantajı eline geçirdi. sonrasında da o avantajı elinden hiç bırakmadı ve ilk seti 6-4'le kazandı. notlarımın arasında "iki tenisçi de çok agresif başladı" var. var olmasına var da, iki tenisçi maça sadece agresif başlamakla kalmayıp, bu agresif oyunlarını tüm maça yansıtmayı başardılar. üstelik, verilen 1 saatlik yağmur arasına rağmen ritimlerini kaybetmeden. beck'in zaten iyi servis attığını biliyoruz, bellucci'nin de aynı familyadan olduğunu görmüş olduk bu maçla birlikte. iki tenisçinin tarzları birbirine çok benziyor. sert servisler atmaları, agresif oynamaları, winnerlara yönelmeleri ve sert groundstroke'ları. bellucci'nin az da olsa bir file önü oyunu da var ayrıca. bunun dışında aralarındaki tek fark, beck'in daha çok forehand vuruşlarla winner'lara yönelmesiyken, bellucci'nin puanlarını çoğunlukla çift el backhand winner'larla toplamasıydı.

tabii, tüm bunların toprak kortta cereyan ettiğini de ayrıca eklemekte fayda var. çim kortu fazla sevmem açıkçası. özellikle de serve&volley oynayan oyunculardan pek zevk almam, zira uzun rallyleri her daim daha keyifli bulurum. bu maçta da servisin sertliğiyle kazanılan çok puan oldu ama başarılı return'lerden sonra puanlar iki vuruşla bitmedi, orta uzunlukta rallyler vardı hep ama bütün vuruşlar çok kaliteli olduğu için bu orta uzunluktaki rallyler bile maçın kaliteli olarak nitelendirilmesine yetti benim nezdimde.

ikinci sette beck 4-3 öndeyken ve sette iki tenisçi de birbirinin servisini kıramamışken yağmur nedeniyle oyuna ara verildi. 1 saatlik aradan sonra servislerini atan ve haliyle soğuyan bellucci çok zorlandı, 1 kez servis kırma puanı çevirdi ama 4-4'e getirdi bir şekilde seti. oyunlarda 5-5 eşitlik varken bellucci, beck'in servisinde 2 kez servis kırma puanını değerlendiremedi. tie-break'e gitti set. bellucci, yalnızca 2 puan vererek rahat aldı tie-break'i ve hak ettiği maçı, turnuvayı, şampiyonluğu...

ilk atp tour şampiyonluğunu yaşamış oldu brezilyalı bellucci böylece. sert ve çim kortta daha iyidir muhakkak. us open'da merakla bekliyoruz neler yapacağını. en azından birkaç tur atlayıp, bu başarısının tesadüf olmadığını göstermeli. yazıyı çok alakasız bir notla kapatayım, bunu araya sıkıştıracaktım aslında ama unutmuşum. en sevdiği kort, toprakmış bellucci'nin, onu da ilginç bulduğumu söylemeliyim.

bir tebrik de bellucci'ye gitsin dushevina'dan sonra. kaldı 3 final...

Şampiyon Dushevina

6-0 ve 6-1 ile aldı götürdü dushevina. yazılacak fazla bir şey yok zaten finale dair. biri gelip tek cümleyle finalin ne kadar kötü ve "final maçı"yla uzaktan yakından alakası olmamasını tek cümle ile özetle dese; istisnasız cnn türk'te yayınlanan her maçta mutlaka "çok heyecanlı bir maç, çok güzel bir maç, tenise doyuyoruz adeta" diyen barış kuyucu'nun bu maçta bu kalıplardan hiçbirini sarf etmediğini söylerdim. gayet güzel bir özetleme olurdu bana kalırsa.

maçı yemek yerken izledim bir yandan. yarım yamalak izleyebildim yani. ilk setin sonunda yemeği bitirip, 2. ve kalırsa 3. setleri adam akıllı oturup izlerim diye umut ediyordum, lakin yemeği bitirdiğimde ödül töreni bitmişti... "hradecka'nın yorgunluğu çok net bir şekilde ortaya çıktı" şeklinde basit bir yorum yapmaya gerek de yok, izleyen herkes farkındaydı zaten bunun. kaldı ki, hradecka yorgun olmasa dahi dushevina bir gömlek daha üstün bir tenisçi, dolayısıyla maç öncesi cahit yavuz'un hradecka'yı favori göstermesine bir anlam veremedim. kafamı çevirdiğim her an basit hata yapıyordu hradecka, birinci servislerini %44'le oyuna sokabilmiş, ki en önemli özelliği bu. dushevina'nın 7 servis oyununda yalnızca 5 puan alabilmiş ve 5 defa servis kırdırmış hradecka. toplam puanların %76'sı dushevina'ya, %24'ü hradecka'ya gitmiş vs vs... uzatmaya da gerek yok aslında, domine etti dushevina maçı, aldı götürdü ilk wta tour şampiyonluğunu. maç sonu attığı çığlığı duyunca, iyi ki bu kız maç içinde çığlık atmıyor diye şükrettim, onu da ekleyeyim son olarak.

tebrikler dushevina...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Çiftlerde Şampiyon Hradecka/Voracova

biraz önce sona eren istanbul cup 2009 çiftler finalinde lucia hradecka/renata voracova çifti, 2 numaralı seribaşı julie goerges/patty schnyder çiftini mağlup edip şampiyonluğa ulaştı. izlemedim maçı. yine bir hradecka klasiği yaşanmış. ilk seti 6-2 almış goerges/schnyder çifti, ikinci set 6-3'le hradecka/voracova ikilisinin olmuş. süper tie-break'i canlı skor fasilitesinden takip ettim. hradecka ve voracova 8-4 öne geçince, bu iş bitti dedim. lakin çok iyi geri döndü goerges-schnyder ikilisi. üst üste 4 puan kazanıp 8-8'e getirdiler durumu. 9-9, 10-10 derken sonunda servis kırıp 12-10'la şampiyon oldu çek ikili.

lucia hradecka 5.500 doları ve 280 puanı cebine indirdi böylelikle (bir 5.500 dolar da partnerine gitti tabii). teklerde de finale yükselerek 19.000 dolar ve 200 puanı garanti altına aldı, yarınki finalde vera dushevina'yı mağlup ederse 37.000 dolar ve 280 puan onun olacak. iyi iş çıkardı, tebrik etmek lazım da benim aklım kendisinin günde 2 maç yapmasına takıldı. dün sabah domachowska'yla sabah seansında uzun bir maç oynadı, akşamında yine ipek/shvedova çiftine karşı uzun bir maç oynadı ve çok fazla enerji harcadı. bugün 3 saat kortta kaldı sabah, yağmur duraksamasını da sayarsak 4. şimdi de 1 saat 20 dakika civarı kortta kaldı. yarın dushevina maçına çıkacak hal kalmış mıdır acaba çek rakette?...

İstanbul Cup'ta Yarı Finaller

istanbul cup 2009'da finalin adı belli oldu: lucie hradecka-vera dushevina. çeyrek finallerde tutan tahminler sonrası yarı finalde de tuttursaydım, "talihim dönüyor mu acaba?" diye düşünmeye başlayabilirdim, ama olmadı...

şimdi, burada sürekli hradecka'yı beğenmediğimizi, oyun stilinin keyifsiz olduğunu ve yarı final-final gibi yerleri hak etmediğini söyledik. her gün, atdhe.net veya justin.tv belli aralarda arıza çıkardığı için, cnn türk'ün yayınladığı maçlar dışındaki tüm maçları kesik kesik izleyebildim. ve benim izleyebildiğim kadarıyla bu turnuvada hradecka, çok sert servis atmaktan ve toplara ölümüne vurmaktan başka bir şey yapmıyor. genel olarak turnuvaya katılan isimler biraz yumuşak ve uzun ralli oynamayı seven oyuncular. üstelik, bayan tenisinde daha önce yazdığımız gibi "maçı bırakma sendromu" gibi bir hastalık mevcut. çoğu oyuncu bundan müzdarip ama hradecka bu gruba dahil değil. sadece toplara sert vurabilen vasat bir tenisçi, şu haliyle her ne kadar wta tour'un en prestijsiz birkaç turnuvası olan istanbul cup'ta bile final göremezdi. ona avantaj yaratan özelliği, maça odaklanması ve maçtan kopmaması. büyük ölçüde bu sayede kazandı maçlarını, ki finale kadar gelirken bütün maçları 3 set üzerinden sona erdi.

turnuva bittiğinde dikkatimi çeken bazı noktalarla ilgili istastistiki bilgi toplama girişiminde bulunmayı düşünüyorum, aklımda en üstte yer alan başlıklardan biri de hradecka'nın finale çıkana kadar kortta kaldığı süre. çok büyük bir ihtimalle bir istanbul cup rekoru, yine de bir göz atmak lazım tabii. bütün maçlarını 3 set üzerinden oynamasının yanında, çeyrek finaldeki domachowska maçı dışında bütün maçlarda ilk seti kaybedip oradan maçı çevirmeyi başardı, bu ayrıntıyı da atlamayalım. petkovic'in de kusurları vardı elbette. ilk sette yanlış anımsamıyorsam eğer, 5-3 öne geçip oradan tie-break'e kadar uzamasına sebep olmuştu setin. 2 ve 3. setlerde de sonlara 5-5 girildi ama iki sette de servisini kırdırdı son oyunlarda. en azından tie-break'ı götürebilmeydi fikrimce...
günün ikinci maçı son 2-3 oyuna kadar bir şey vaat edemedi maalesef. vera dushevina, turnuva boyunca olduğu gibi yine sürekli derin ve çarpraz toplar çalıştı, yüksek top denemeyi maçın sonunda aklına getiren bacsinszky için tren çoktan geçmişti. dushevina ilk seti 6-1 kazanıp, ikinci sette de 4-0 üstünlüğü yakaladıktan sonra maçı bırakmamasıyla takdir topladı. iki defa servis kırıp 5-4'e kadar getirdi seti ve 5-6 defa da maç puanı karşıladı, çok zor topları dushevina'ya çok zor top olarak geri iade etti ama maçı basit hatalarla rus tenisçiye verdi.

maçı anlatan barış kuyucu, durum 5-3 veya 5-4 iken bacsinszky'e gelen desteği "seyirciler bacsinszky'i tutmuyor tabii, heyecanlı maç istiyorlar" diye aktardı izleyenlere ama benim gördüğüm hiç de öyle değildi. her maçında seyirciler biraz da olsa daha fazla destek verdiler bacsinszky'e rakiplerinden. basit hata yapıp rakibine maç puanı şansı verdikten sonra, gösterdiği tepkinin bağırmak veya haykırmak değil de, gülümsemek olması bunda fazlaca etkilidir diye tahmin ediyorum. ayrıca, dushevina'nın oynadığı maçların hiçbirinde surat ifadesinin değiştiğine tanıklık etmedim. antipatik falan demek istemiyorum, hatta sevdiğim bir tenisçi bile diyebilirim ama maçı kazandıktan sonra ufacık da olsa bir değişme olur insanın suratında ister istemez. foto muhabirlerine bile maç sonu zoraki gülümsedi ekran başından görebildiğim kadarıyla. bacsinszky ise, maç sonrası da şovuna devam etti. bir federer'i olsun, bir bacsinszky'si olsun, teniste efendi insanlar isviçreliler. bacsinszky de federer hayranıymış zaten. doğal. ama ikisinin arasında bana göre bir fark var. bacsinszky efendiliğinin yanında sempatik bir kişilikken (araya bir türk ismi sıkıştırma hevesiyle açtım bu parantezi, pemra da aynı şekilde) federer'i sempatik bulamıyorum. kişiden kişiye göre değişir tabii, algıda seçicilik...

Serena Komedisi

bu yıl 2 grand slam şampiyonluğu dışında hiçbir şampiyonluğu bulunmamasına rağmen, her fırsatta safina'nın 1 numara olmasını tiye alan ve bunu en son oynadığı wimbledon finalinden sonra da tekrarlayan, şahsımın açık ara en antipatik tenisçi bulduğu serena williams, dün oynanan maçta, stanford çeyrek finalinde samantha stosur'a 3 sette rezil bir oyunla kaybettikten sonra şöyle buyurmuş twitter'ından;

"merhaba arkadaşlar! bugün kaybettiğim için üzgünüm ama doğrusu benim için iyi oldu. herkesin beni yenme arzusunda olmasını anlayabiliyorum. ayrıca, artık çalışmam gerektiğini biliyorum. yani demem o ki, bu yenilgi benim için iyi bir haber. desteğiniz için hepinize teşekkürler."

serena komedisi hiç bitmesin!

31 Temmuz 2009 Cuma

İstanbul Cup'ta Çeyrek Finaller

bugünkü maçlardan sadece dushevina-garrigues maçını tamamen izleyebildim. atdhe.net linkleri ve telekom satışı koyunca, her iki saniyede bir takılan maça pek tahammülüm kalmadı açıkçası. çok da yazasım yok aslında ama kısa kısa geçmek lazım yine de.

öncelikle, dünkü tahminlerimin tuttuğunu vurgulamak istiyorum. bu konuda pek başarılı değilimdir zira. bacsinszky başta olmak üzere tüm faforilerime (bkz: yemekteyiz hasan) kucak dolusu sevgiler gönderiyorum buradan. us open'a kadar istikrarı tutturalım şu tahminlerde bari de, 2 haftada zengin olalım iddaa sayesinde. tabii yersen...

şöyle bir bakıyorum da, bir maç hariç çok çekişmesiz maçlar oldu hep. dushevina'sı olsun, bacsinszky'si olsun, petkovic'i olsun çok ama çok rahat şekilde yarı finali gördüler. bacsinszky-radwanska maçının ikinci setlerinin başında takılmadan bir 5-10 dakika izleyebildim. bu kadar fazla kontrolü kaybeden tenisçi de allah yeteneği olsa işi zor. inanılmazdı radwanska, ki uyarı da aldı hakemden zaten. her kaybettiği puandan sonra bağırıp durdu, sanırsın bir graff, bir navratilova da o gün çok formsuz, o yüzden maç kaybediyor. karşısındaki isviçreli bacsinszky ise, tüm turnuva boyunca izleyebildiğim maçlarda sempatik tavırlarla dikkat çekti, türkiye'nin en über kadın kişisi seda sayan'dan bir "yolun açık olsun!" gitsin ona da. finale doğru gidiyor zaten.

turnuvanın en uzun maçlarını oynayan govortsova, bu kez patlamış son haftaların formda ismi petkovic karşısında. seti geçtim, bir sette 4 oyun verdiğini bile hatırlamıyorum. şimdi teyit etmedim maç skorlarını ama öyle olması lazım, bir yanlış varsa yorum bölümüne düzeltme alabiliriz bittabi. turnuvanın resmi sitesi hradecka-domachowska maçını "müthiş" olarak nitelendirilmiş, o maçı radwanska-bacsinszky maçı kadar bile izleyemedim, bir şey söyleyemiyorum o yüzden. tek bildiğim, burada ilk postta yerden yere vurduğumuz hradecka'nın her maçında set vererek olsa da yoluna devam ettiği. ama yarın hakkından gelir petkovic diye tahmin ediyorum. onu da geçerse, istanbul cup ölmüş ağlayanı yok diyeceğim, ki zaten öyle. o duruma da ayrı bir postta değineceğim.

akşam, cnn türk sağolsun, tam anlamıyla bir maç izleyebildik. ama pek keyifli değildi tabii. toplamda 3 oyun verdi sadece dushevina. bayanlar tenisi iyi, güzel, hoş da tenisçilerin 1 defa servis kırdırdığı zaman seti ve hatta maçı bırakmaları çok can sıkıcı. domachowska-hradecka maçında bunun antisini yaşadık aslında. 5-1'den geri dönen domachowska almış ikinci seti 7-5'le. ama genel olarak baktığımızda bu böyle. dün pemra-garrigues maçında umutlanmamın sebebi de oydu zaten. ilk sette dağınık ve konsantrasyonunu git gide kaybeden bir garrigues gördüğüm için acaba dedim ama maalesef pemra'nın da yardımıyla toparlamıştı kendini o maçta garrigues. lakin biraz prestijli bir tenisçi oldu mu göz açtırmıyor. bugün dushevina'nın yaptığı gibi.

ipek'i de yaza yaza eledik. ilk seti 7-6 alıp ikinci sette 3-1 öne geçtikten sonra scoreboard'u kapatıp takip etmeyi bırakmıştım, sonra dur bakalım kaç kaç almışlar diye bakayım dedim ki, tie-break seti oynanıyordu ve 9-2 gerideydi ipek/shvedova ikilisi. şaşırdım ama bekliyordum dediğim gibi. yarın muhtemelen schnyder ve partneri rahat bir şampiyonluk alacaktır.

final favorilerim çok değişik değil aslında. herkesin tahmin ettiği ve beklediği gibi petkovic-bacsinszky finali görüyorum ben de. böyle bir final olursa favori belirtmek güç olur ama... yarın cnn türk, bacsinszky-dushevina maçını yayınlayacak 18.00'da. 2'de hradecka ile petkovic oynuyor. ona da dünkü gibi bir sorun çıkmazsa justin'den göz atmaya çalışacağız. akşam 20.00'den sonra da çiftler finali var.

bir de turnuvanın yayın konusu var, ona dair de bir şeyler söylemek gerek. cnn türk her akşam 18.00'daki maçı veriyor, ki genelde türk tenisçilerin, yoksa da elde kalan en iyi tenisçilerin maçı bu saate konuyor. şikayeti olanlar var cnn türk'ün günü tek maçla geçmesinden ama bence bunda kızacak bir nokta yok. sonuçta bir haber kanalı cnn türk ve günde 1 maçtan fazla yayınlamaları zor. ama o zaman da "niye aldın madem?" sorusu gündeme geliyor, ki sorulması gereken soru bu. wimbledon'da da aynı şeyi yaşıyoruz maalesef. üstelik yayınlar da biraz sıkıntılı. 3-4 yıl önce ipek şenoğlu'nun yorumculuğu vardı, ki felaketti. maçları anlatan spikerin de çok iyi olduğunu söyleyemeyiz ayrıca. en azından emre yazıcıol, şevket furkan erbay ve her ne kadar çok sık anlatmasa da caner eler ve pek tabii bu işin türkiye'deki en iyisi ve üstad fahri ikiler'i gördükten sonra. yorumcu cahit yavuz'a karşı da genel bir hoşnutsuzluk söz konusu. özellikle 2008 wimbledon'dan dolayı. iyi bir nadal destekçisi olarak o gün ben bile rahatsız oldum ama açık söylemem gerekirse, tenis yorumları gayet iyi. taraf tutmadığı maçlarda daha iyi görüyoruz bunu. ayrıntıları yakalamaya çalışıyor en azından, yanıldığı tabii ki olacak ama "haydi mehmet haydi oğlum" yorumcusu da değil.

yazıya başlarken pek istekli değiliz dedik ama maşallah baya baya yazmışız. yazıyı bitirirken, tema ve tasarım değişikliğine gitmeyi düşündüğümü de söyleyeyim. tavsiyesi ve bilgisi olanlar varsa yardım etmesi rica olunur, zira bu konuda fazlasıyla kötüyüm. tabii, bu yazıyı okuyan kişi sayısı 3-5 kişiden fazla olmadığı için bir sonuç çıkmayacak ama şansımızı deneyelim biz yine de...

30 Temmuz 2009 Perşembe

İstanbul Cup'ta 4. Gün

gece tam bilgisayarı kapatmaya hazırlanıyorum, saat 4 suları. birden "elano galatasaray'da!" haberi düşüverdi ortalığa. transferi öğrenmeden önce gözü kapanan bendeniz, elano ismini duyunca birden açılıverdi. sonra uyumayı denedim ama olmadı. sabah kahvaltı yaptıktan sonra 11 gibi uyuyakalmışım sonra da...

uykuya dalmadan önce sabah seansındaki 2 maçın kaçacağı garantiydi zaten, en azından saat 6'daki pemra'nın maçına uyanmayı ümit ettim ve uykuya daldım. öyle de oldu... pemra-garrigues maçından sonra ipek'in çiftler maçı da vardı ama pek bakmak istemedi canım. gece stanford turnuvasını yayınlayacak olan eurosport'un da etkisi var bunda tabii. günlük tenis ihtiyacımı birden - çiftler maçı üstelik - karşılamak istemedim.

alman andrea petkovic gümbür gümbür geliyor skordan göründüğü kadarıyla. geçen hafta bad gastein'i kazanmıştı, istanbul'da da işini temiz yapıyor. 50 dakikada devirmiş tecrübeli portekizli'yi. elemelerden gelen belaruslu dzelahevich de radwanska'nın kurbanı olmuş. 3. günün yazısında hradecka'nın ilerileri göreceğini hiç sanmadığımı yazmıştım, bu turu da geçmiş 1-0 geriden gelerek. çeyrek final eşleşmesi de fena sayılmaz. yarı finali görmesi halinde karşısında büyük bir ihtimalle petkovic'i bulacak, ki bu onun için turnuvaya veda etmek anlamına gelebilir.

izleyebildiğim tek maç olan pemra-garrigues maçına gelelim. hatta maçın biraz öncesine gidelim. cnn türk'ün maç önü programında onur belge vardı konuk olarak, sonuna yetişebildim, öncesinde neler söyledi bilemiyorum ama son cümlesi "istanbul cup, topraktan sert korta geçti, bu da grand slam turnuvası düzenlemek için bir adım". af buyur? neyse... çok kötü bir garrigues vardı bugün kortta, onu söylemeliyim öncelikle. ilk turda elemelerden gelen yakimova'dan sonra, ikinci turda da pemra'yla karşılaşmasını şanslı kura çekti diye yorumlayanlar oldu ama işin aslı hiç de öyle değil aslında. pemra'nın rus'u elemesi bir sürpriz, gerçekçi konuşmak gerekirse. yani aslında garrigues'in 2. turdaki olası rakibi turnuva öncesinde pemra değil de rus olarak gözüküyordu ve bugün özellikle ilk sette berbat oynayan garrigues'i rus set almakla bırakmaz, yenerdi de bana göre. pemra'dan daha genç olmasına rağmen çok daha tecrübeli ve böyle maçlara alışık zira kendisi. ayrıca garrigues'in çeyrek final ve devam etmesi halinde yarı final kurası da hayli zorlu. tabii, garrigues berbat oynadı, rezildi derken pemra'nın da hakkını vermek gerekiyor.

ilk sette bütün silahlarını çok iyi bir şekilde tek tek kullandı. slice vuruşlar, drop shotlar, iyi savunmalar, kendi ortalamasının üstünde servisler... ama şunu unutmamak lazım. pemra'nın oyun stili çözülmeye çok ama çok müsait. göze çok hoş geliyor ve izlemek inanılmaz derecede keyif veriyor. ilk sette, dünya 21 numarasını sinirden köpürttü, biz izleyenleri de zevkten... gelgelelim, ikinci sette daha sakin kalıp tecrübesini öne çıkarttı ispanyol ve alçak düşen slice vuruşlara da çareler üretmeye başladı. bu slice vuruşların etkisini kaybettiğini gören pemra da repartuvarında hiç olmayan şeyleri denedi ve bolca basit hata geldi peşi sıra. garrigues de ilk setteki rezil oyunundan biraz sıyrılıp, özellikle forehand winner'larıyla 10'dan fazla puan kazandı son 2 sette. psikolojik olarak çöken pemra'nın reaksiyonu da çok sınırlı kaldı bu durum karşısında. pemra'ya niye yenemedin diye kızmak çok saçma, ilk sette bu kadar etkin bir oyun koymasa kafaya bile takmazdı insanlar ama o ilk setteki şiir gibi puanları görünce, onların yapılabildiğini görünce, daha fazlasını ve maçı da istiyor insanlar. son olarak... ikinci sette oyun olarak düştü pemra ve garrigues de pemra'nın bazı silahlarına çözüm üretti. bu seti kaybetmesine diyecek laf yok, ama son setteki haline biraz kızdım açıkçası. "niye kazanamadın" şeklinde değil ama, maçı bırakmasına kızdım ben. evet, belki 10 defa o final seti oynansa hiçbirini kazanamaz pemra ama koskoca sette oyun alamayacak ve sadece 6 puan üretecek bir oyuncu da değil. bu eşiği aşması lazım ama yaş da gelmiş 23'e, çok büyük şeyler bekleyerek daha da baskı altına sokmamak gerek kendisini. olursa olur bir şeyler...
yarın çeyrek finaller var. favorilerim; bacsinszky, petkovic, hradecka-domachowska (belli olmaz bu maç bence) ve dushevina...

ayrıca, yine geçen yazıda şampiyon olamaz dediğim ipek/shvedova çifti yarı finale çıktı bu akşamki çeyrek final maçını 7-5 ve 6-1'lik setlerle alıp. yarı final eşleşmesi kolay gözüküyor ama finale çıkılması halinde büyük olasılıkla schnyder-goerges çifti gelecek karşılarına, ben orada kaybedeceklerini düşünüyorum. umarım tersi olur tabii...

Federer'in İkizleri

yaklaşık 4-5 gün önce federer-vavrinec eşinin ikiz kızları myla rose ve charlene riva dünyaya gelmişti bildiğiniz gibi. bir zamanlar agassi-graf ikilisinin çocuğu doğduğunda gündeme gelen "15 yıl sonra grand slam kazanır hihi" yorumları, bu ikizlerin doğmasıyla birlikte tekrar hayat buldu. agassi-graf çiftinin çocukları 4-5 yaşına geldi, tam tenise başlama yaşları sayılır, bilmiyoruz başladı mı. geyikler bir tarafa, tenisçi falan olacağını sanmıyorum kendisinin. olursa da muhtemelen sıradan bir tenisçi olmaktan öteye geçemeyecektir. garantisi, kesinliği var mı bu önermenin? yok tabii, ama düşündüğüm bunlar. en fazla tenis eğitimi alır, oynamayı bilir, o kadar. en azından bence.

takriben 3 hafta önce wimbledon finalinde roger federer'e dramatik şekilde kaybeden roddick, twitter'ında ikizlerin doğduğu haberi geldikten sonra çifti tebrik edip, ikizleri de 2029-2040 tarihleri arasında grand slam şampiyonu ilan etmişti. ikinci hareket eurosport'un sitesinden gelmiş. anket ve sonuç herşeyi söylüyor, buyrunuz...

Melis Sezer ve Pemra Özgen Röportajları

sporstüdyosu.com, geçmişi 1 yıl bile olmayan bir site. ancak gösterdikleri özveri, güncelliklerini korumaları ve istisnasız bütün spor dallarına dair yazıları bünyelerinde barındırmalarıyla çok büyük bir övgüyü hak ediyor bu ekip. curling'ten tutun bisiklete, kriketten tutun tenise, voleyboldan tutun buz hokeyine, her türlü spora gereken yeri ayırıyorlar. bana göre sitenin en güzel yanıysa yaptıkları röportajlar. türkiye'de ilgi gösterilmeyen sporların gelişmesi için çabalayan duayen kişilerle ve gelecek vaat eden genç türk sporcularla yaptıkları röportajlar, eminim ki fotomaç-fotospor-fanatik-fotogol gazetelerinin 1 yılda yaptıkları onlarca sallama röportajdan daha yararlıdır, gerçek spor severler için.

teniste pek iyi değiliz malumunuz. erkeklerde yetiştirmiş olduğumuz doğru düzgün bir tenisçi yok maalesef, ithal ettiğimiz marsel ilhan'ı saymazsak. kızlar/bayanlarda durum biraz daha farklı. ipek şenoğlu'yla başlayan furya pemra özgen, çağla büyükakçay, başak eraydın ve melis sezer gibi isimlerle devam ediyor. sporstüdyosu.com; başlıktan da anlayabileceğiniz üzere melis ve pemra ile çok güzel röportajlar gerçekleştirmişler. biliyorsunuz, pemra geçtiğimiz günlerde istanbul cup'un ilk turunda arantxa rus'u geçerek, wta tour'da ikinci turu gören ilk türk tenisçi oldu. melis sezer ise pemra'dan 7 yaş daha ufak, henüz 16 yaşında, çok yolu var. junior klasmanında dünyada 140. sırada, ki fena sayılmayacak bir sıralama bu. yeter ki bunu sadece junior klasmanıyla bırakmasın, daha üstlere de taşısın... daha fazla uzatmadan iki röportajın da linkini vereyim:


çağla ve başak röportajlarını da bekliyoruz...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

İstanbul Cup'ta 3. Gün

blog'un ilk postu için iyi bir seçenek olmayabilir böyle bir post, farkındayım. ama tamamen hobi amaçlı açtığım için bu blog'u, girizgah olaylarına vesaire hiç bulaşmak istemedim açıkçası. küçük harf kullanmamın da sebebi bu. neden bilmiyorum, büyük harf kullandığım yazılarda, bloglarda dahi çok resmi bir şekilde yazmaya başlıyorum yazıları, böyle daha bir rahat geliyor. 2 cümle arkada dediğim gibi sadece hobi bu, o yüzden küçük-büyük harf olayıyla da kasıntı yaratmak istemiyorum kendi kendime. tabii, bu imla kurallarına uymayacağımız anlamına gelmiyor, onu da belirtelim blog'un ilk paragrafını bitirir iken.

bugün genellikle çiftler maçları üzerine yoğunlaşmış bir program vardı. oynanan toplam 9 maçtan 5'inin çiftler maçı olması da bunun bir göstergesi zaten. açıkçası pek takmıyorum çiftleri ve izlemek de öyle pek hoşuma gitmiyor. özellikle grand slam zamanları eurosport'u açıp tuvalet ve yemek dışında ara vermeden ne varsa izleyen biri olarak, çiftlerde 1 maçtan sonrasına dayanamadığımı itiraf etmeliyim. yine de yazının sonunda ufak notlar halinde değineceğiz tabii çiftlere de, özellikle pemra-çağla/ipek-shvedova maçına.

teklerde benim en fazla dikkatimi çeken maçtı bacsinszky-koryttseva maçı, domachowska-rezai maçıyla birlikte. bacsinszky ilk seti rahat bir biçimde kazandıktan sonra maçı bırakmadı koryttseva, varolan sakatlığına rağmen. zaten, dünkü zvonareva maçında inatçılığı ve sabrı fazlasıyla dikkat çekmişti ki bu özellikleriyle zvonareva'nın sakatlığı ve maç ritminde olmaması birleşince sürpriz bir şekilde 2. tura yükselmişti. 6-2 kaybettiği ilk setten sonra ikinci seti 6-3 almayı başardı. son sete iyi giren taraf polonyalı bacsinszky oldu. ukraynalı'nın servisini kırarak 3-0'la girdi sete, durum 4-1 ve 6. oyun 30-0 bacsinszky lehineyken maçtan çekilme kararı aldı sakatlığı sebebiyle koryttseva. turnuvadan önce de sakatlık sorunu vardı zaten, sanırım maç oraya kadar gelmişken, sakatlığı da onu ciddi bir şekilde zorlamaya başladı. oyununda da bir düşüş yaşamıştı zira final setinde, daha fazla zorlamamak istemesi anlaşılabilir bence. tabii bu turda elenmesi pek önemli değil, rezil bir form durumuyla geldi ve en azından 1 maç kazanarak biraz morallenmiş şekilde istanbul'dan ayrıldı. istatistiklere de bir göz attım şöyle. birinci servisinden puan çıkarma yüzdesi %39, herşeyi açıklamaya yetiyor sanırım...

günün bir diğer tekler maçında 7 numaralı seribaşı belaruslu raket olga govortsova çok zorlandığı maçta çeyrek finale yükselmeyi başardı. maç süresi 2 saat 43 dakika, turnuva tarihinin değil ama bu senenin rekoru olduğu kesin. turnuva tarihinin de nasıl bir tarih olduğu tartışılabilir tabii, şunun şurasında 5 sene olmuş, ettiğimiz lafa bak, geri alıyorum... 8 kez govortsova, 6 kez kerber'den olmak üzere tam 14 kez servis kırıldı maç boyunca. ilk set 6-4'le govortsova'ya giderken, ikinci seti tie-break'te kerber kazandı. son sette uzunca bir süre iki raket de servis attığı oyunları korumayı başardı ama kerber en kritik yerde, 5-4 gerideyken rakibine servisine kırdırarak maçı kaybetti. bu maçın en dikkat çeken istatistiği de alman angelique kerber'in yaptığı 7 çift hataydı...

sıra geldi günün tartışmasız en büyük hezimitine. ilk turda turnuvaya wild card'la katılan ipek şenoğlu'na sadece 2 oyun veren maria elena camerin, 5 numaralı seribaşı vera dushevina karşısında döküldü. maçı 6-0 ve 6-1'lik setlerle kaybetti ki aldığı oyunda da rakibinin servisini kırdı. yani koca maç kendi servisinde 1 oyun dahi kazanamadı camerin. bu maçın birden fazla dikkat çeken istatistiği var. bu kadar farklı geçen bir maçta böyle olması doğal tabii, o yüzden bu maça torpil geçip 2 tane kilit istatistiği verelim. camerin'in 8 çift hatasına karşılık, dushevina yalnızca 1 çift hata yaparken; birinci servislerinden %43'le puan çıkarabilen camerin'in karşısında %84'le birinci servislerinden puan çıkaran bir dushevina vardı. 8 çift hata ve %43'le birinci servisten çıkan puanı görünce, camerin'in kendi servisinde tek bir oyunu dahi kazanamaması şaşırtıcı olarak görülmemeli.

günün son maçında, bana göre zvonareva ve schnyder'in de elenmesiyle birlikte turnuvadaki en büyük favori haline gelen fransız rezai ile polonyalı domachowska karşı karşıya geldiler. ilk seti domachowska 6-3'le alarak "acaba?" dedirtti rezai açısından ama fransız bırakmaya pek niyetli değildi. servisler kırılmış ve 4-4'e eşit bir şekilde gelinmiş iken, önce kendi oyununu aldı, sonra rakibinin servisini kırdı rezai, aynı govortsova-kerber maçının son setinde aldığı gibi. maça dengeyi getirdikten sonra, 2. setin de gazıyla alır götürür maçı derken, final setine iyi başlayan taraf domachowska oldu. rezai servis attığı ilk oyunu aldıktan sonra art arda 3 oyun kaybederek 3-1 geriye düştü. durum 4-2 iken kendi servisinde 40-0 önde olmasına rağmen arka arkaya puanlar kaybederek domachowska'ya servis kırma şansı tanıdı ama hemen toparlanıp arka arkaya 3 puanla oyunu almasını bildi. set 5-3'ken yine kendi servisinde çok zorlandı rezai ama bir kez daha baskının altından kalkıp oyunu almasını bildi. gelgelelim, son oyunda domachowska servisini korumayı başarınca seti 6-4, maçı da 2-1'le alıp çeyrek finale doğru yelken açtı. bizim zvonareva ve schnyder'in elenişinin ardından favori olarak gösterdiğimiz 4 numaralı seribaşı rezai de turnuvaya erken veda edenler kervanına katıldı.

yarın diğer 4 çeyrek finalist daha belli olacak, cuma günü çeyrek finaller, cumartesi günü yarı finaller, pazar günü de final karşılaşmaları enka arena'da sahne alacak. daha turnuvanın yarısı geride kalmamışken seribaşları evine dönmeye başladı, oralara bir göz atalım. 1 numaralı seribaşı zvonareva ve 2 numaralı seribaşı patty schnyder ilk turda, 4 numaralı seribaşı aravane rezai ikinci turda turnuvaya veda etti. 6 numaralı seribaşı yaroslova shvedova sakatlığı sebebiyle turnuvanın ilk günü teklerden çekildiğini belirtti. elde 4 tane seribaşı kaldı. 3 numaralı seribaşı anabel medina garrigues, yarın pemra özgen ile karşılaşacak ikinci turda. ilk turda çağla büyükakçay'ı geçen 8 numaralı seribaşı lucie hradecka da alman julia goerges ile. 5 numaralı seribaşı vera dushevina ve 7 numaralı seribaşı olga govortsova ilk iki turun sonunda en sağlam gözüken raketler, ikisi de adlarını çeyrek finale yazdırdılar. açıkçası çağla karşısında izlediğim hradecka'dan bir baltaya sap olacağını sanmıyorum. ne dersem tersinin çıkmasıyla ünlüyümdür ben ama, onu da sonradan kıvırma payı olarak ekleyeyim. govortsova ve dushevina dediğim gibi çok iyi getirdiler şimdiye kadar, ama bir isim vererek onların şanslarını etkilemek istemem. anabel medina garrigues'i de unutmamak lazım tabii. yine seribaşı olmayanlardan bacsinszky ve domachowska ileri noktaları görebilecek raketler. izleyip göreceğiz artık sevgili tenisseverler...

yazının başında çiftler demiştik, pemra-çağla/ipek-shvedova maçından da bahsedeceğiz demiştik ama pek mecalim kalmadı. hem dediğim gibi, çiftleri pek taktığım yok açıkçası. ama bugün izlediğim ipek şenoğlu-yaroslova shvedova ikilisini pek beğenmediğimi, 1 numaralı seribaşı olmalarına rağmen şampiyon olacaklarını pek sanmadığımı belirtmeliyim. bunu da yazdık, bakarsınız turnuvanın sonunda şampiyon olur bu ikili, ipek de 70 milyonluk türk halkının gururu olur. şaka tabii, olsa olsa enka arena'daki ve ekran başındaki 3-5 bin kişinin gururu olur ancak...