5 Kasım 2011 Cumartesi
Playboy Melzer
Melzer'e kadın dayanmıyor sevgili okurlar. Önce Myskina, sonra Vaidisova, en son olarak da Cibulkova ile takılmıştı WTA'dan. Geçen sene de yüzücü vatandaşı Mirna Jukic ile birlikteydi. Şimdi ise Çek tenisçi Iveta Benesova ile birlikte olduğunu açıklamış. İkili 2010 Wimbledon'da karışık çiftleri kazanmıştı birlikte. Muhtemelen olan da orada oldu zaten. ATP ve WTA'nın turnuvaları birbirinden ayırmasına inat Melzer direniyor!
3 Kasım 2011 Perşembe
Nadal Paris'te Yok
Rafael Nadal bugün yaptığı açıklamada Paris'teki son masters turnuvasında oynamayacağını açıklamış. Sakatlığı falan yok, dinlenmek istiyormuş, doğru karar. Yeni kurallara göre de 600 maç oynayan oyuncuların bir masters turnuvasından muaf olması kuralına challenger ve futures maçları da eklendiğinden ceza almayabilir bunun için.
Paris en öksüz kalmaya mahkum masters turnuvası olacak gibi. Zaten seneye WTF'dan hemen önceki haftaya koymuşlar. WTF bileti turnuvası olur, garantileyenler kendilerini yormazlar diye düşünüyorum. Kıl Paris seyircisine müstehak.
2 Kasım 2011 Çarşamba
1 Kasım 2011 Salı
Petra Kvitova Üzerine
Canlı canlı maç izleyince skorlar, hatta oyunlar bile bazen aklınızda kalamayabiliyor. Ama sanırım 4-5 metre ötenizdeki oyuncuları gözlemleme şansını daha rahat buluyorsunuz. Ben de geçen hafta ilgimin odağındaki oyuncu olan Kvitova ile ilgili bir şeyler karalayayım dedim.
Petra şüphesiz turnuvanın en ilginç oyuncularından biriydi. Analize önece oyun tarzından başlayalım, sonra mental durumuna değinelim. İkisi bağlantılı zira...
Petra'nın yaptığı maçlardan önce gönül rahatlığı ile yapılacak bir yorum şu olur: bu maçı ya Kvitova alır, ya da Kvitova verir. Bundan kastım "Kvitova iyi oynarsa herkesi yener, kaybederse de bu sadece kötü oynadığındandır" değil kesinlikle. Gerçi laf biraz oraya gider gibi görünüyor ama durum farklı. Asıl mesele Kvitova'nın aşırı derecede insiyatifi kendi üzerine alan bir oyuncu olması. Çoğu servis puanına zaten çok iyi servisle başlayan, veya başlamak isteyen Çek oyuncu, aynı asabi duruşu returnlerde de gösteriyor. Hal böyleyken hemen her oyunda daha ilk vuruşu aşırı atak olan Petra(onun oyununa sadece atak demek biraz hafif kalır), rakibine atak yapma ve oyun kurgulama şansı da vermemiş oluyor. Stosur maçı bunun en iyi örneklerinden biri; iyi servisi ve forehandi olan, atak bir oyuncu olan Sam, Kvitova ile yaptığı maçı az basit hata ve az winner ile tamamlayıp adeta Wozniacki gibi bir görüntü çiziyorsa istatistik anlamında, bunda istediği oyunu kurgulama şansını bulamamış olmasının etkisi büyüktür. Çünkü kendi servis attığı oyunda dahi ya Petra returnu dışarı atıyor ya da atak bir return ile Sam'i zor durumda bırakıyordu. Kvitova'nın kendi servis oyunlarının da daha servisten itibaren onun insiyatifinde olduğu söylenebilir.
Gelelim bu oyun tarzının Petra üzerindeki etkilerine. İnsiyatifi bu kadar üzerine alan her insanda olduğu gibi mental dalgalanmalar üst düzeyde tabi. Aldığı puanları kendi eseri görüp moral bulurken, kaybettiği puanlar da yine onun tercihleri sonucunda yapılan ahtalardan geliyor. Haliyle bir kaç iyi vuruş ardından artan güven ve kazanılan oyunlar, yapılan bir kaç hata sonrasında düşen omuzlar ve arka arkaya verilen oyunlar Çek oyuncunun maçlarında sıkça gördüğümüz sahneler oldu. Kvitova'nın ruh hali vücut diline de fazlasıyla yansıyor; iyi başladığı maçlarda ilk oyunlarda tepki vermezken, kaybedilen oyunlar sonrası omuz düşmeye başlıyor. Rakibin winner veya hataya zorlayarak bitirdiği puanlarda (insiyatifi alamadığı puanlar da oluyor tabi arada) Petra belirgin bir çöküntü yaşamazken (hatta yumruğunu sıkıp kendini motive etmeye çalışırken), kendi hatası ile kaybettiği puanlar sonrası yüzünü tekrar korta dönerken sağ ali ile bacağına vuruyor. Bunlar tam anlamıyla "derdi kendiyle olan" oyuncu tanımına uygun davranışlar bence. O nedenle Petra oyun içerisinde tekrar çıkışa geçtiğinde biz "Pojd!" çığlıklarını duymaya başlıyoruz. Bu çığlıklar alınan kritik puanlardan sonra geliyor; kendi yaptığı winner sonucu olsun olmasın. Çünkü dediğimiz gibi onun asıl derdi genelde düştüğü hata batağından çıkıp tutunmaya çalışmak oluyor genelde.
Hata batağı dedik aklımıza geldi, ilginç bir şekilde Petra'nın aynı model hatayı üst üste 3-4 kez yaptığına şahit olduk. Aklımda kalanlar final maçında 2 kez servis kırdırdığı ilk sette, kırdırdığı servislerde en az 7 kez topu geri çizginin çok az dışına atması ve Stosur maçında üst üste 3 kez avantaj tarafına atılan ikinci servislere çok kötü return alması ve son olarak aynı maçta kendi servis oyununu kırdırırken 3 kez üst üste iyi servisten sonra fileye gelen topta basit hata yapması. Bu tarz seriler genç oyuncuyu maçtan kopartabiliyor. Petra bu gibi hata serilerinden sonra genellikle çalıştırıcısını çağırdı. Aslında bunu yapamayacağı slam maçları için iyi bir hazırlık olmasa da, büyük sahneye çıktığı şu dönemde "almakta olduğu maçı kaybeden" bir oyuncu olarak kendi kendini etiketlemeyip, Zvonareva'nın mental durumuna gelmemek için bunlar şu an gerekli hamleler.
Petra'nın oyununda neler iyileştirilebilir konusu ise uzun uzun yazılabilir. Ama en çok gözüme batan iki konuya değinmem gerekirse öncelikle yanlış zamanda risk almaktan vazgeçmesi gerektiğini söyleyebilirim. "Bomboş korta" diyerek tanımladığımız, rakibin diğer köşede kendisinin ise filede olduğu topları bile çizgiye bu kadar yakın düşürmesinin anlamı yok; çünkü zaten güçlü vuruşları var ve rakibin o toplara yetişmesi imkansız. Zaten çizgi üzerine atılan toplar ancak rakip topa yetişebilecek gibiyse anlamlı oluyor. İkinci bir husus ise ralliler konusunda kendini geliştirmesi ve özellikle hata serilerine girdiği oyunlarda insiyatifi biraz da olsa rakibine yıkması. Fizik olarak dezavantajlı gibi görünse de hareket kabiliyeti o kadar kötü değil. Sakinleşmesi gereken anlarda ralliyi yönlendirerek rakipten hata kopartmaya çalışması veya en azından puanın bir kez daha kendi hatası ile sonlanmamasına gayret etmesi kendisi için iyi olacaktır diye düşünüyorum.
Karakter olarak da gözlemleyebildiğimiz kadarı ile polemiğe girmeyen ama açık sözü biri. Rakiplerine saygılı ve rakipleri tarafından da sayılan bir oyuncu. "Pojd!" çığlıkları konusunda eleştirildiği oldu bu hafta ama kendi adıma bu tartışmaları yersiz buluyorum. Puan esnasında her vuruşta çığlık atan ve rahatsızlık verdikleri rakiplerince dillendirilen oyuncular varken, Petra'nın puan bitiminde "Podj!" diyerek çalıştırıcısına doğru yumruk sıkmasının, Ivanovic'in "Ajde!"lerinden farkı yok. Ayrıca hem benim yazdığım hem de kendisinin de belirttiği gibi bu çığlıklar sadece motivasyona ihtiyacı olduğu anlarda geliyor. Ses biraz tiz, evet. Ama tecrübesi artıp da kendine daha fazla güvenen, kortta daha sakin kalan bir oyuncu oldukça çığlıkları da azalacaktır.
Son olarak kazandığı turnuvaya değinelim. Bu kupa genellikle birden fazla slam kazanan "ağır" oyunculara gidiyor. Gerçi bu yıl Serena ve Kim yoktu ama onların da olmayışı zamanın yavaş yavaş değiştiğinin bir göstergesi sadece. Tenis sahnesinde önemli dalgalanmalar olmadığı müddetçe Petra da bu turnuvayı daha önce kazanan isimler kadar önemli bir oyuncu olabilir.
31 Ekim 2011 Pazartesi
İstanbul Notları
Yorgunluk var elbet ama hayatımda yaşadığım en hoş yorgunluk diyebilirim sanırım. Gereksiz uzayarak sinir bozan 1-2 keyifsiz maç ve 5-6 saat aralıksız koltukta oturmanın yarattığı dikkat dağınıklığı gibi ufak detayları çıkartırsak nefis bir hafta geride kaldı. kirpi'nin yazdıkları üzerinden gitmeye çalışacağım genelde.
kirpi'nin kaçırdığı Zvonareva-Kvitova maçını izledim ben. Açıkçası maçın büyük kısmında hala o oyuncuların kortta olduğuna inanamadığım için çok da idrak edemedim maçın gidişatını ama genel olarak Kvitova'nın çok üstün olduğunu söylemek mümkündü. Turnuvadaki en iyi maçlarından birini oynadı ve aslında bu turnuvanın fena olmayan oyuncularından birini çok kötüymüş gibi göstermeyi başardı. Turnuvanın hayal kırıklığı olan Wozniacki, ilk günün ikinci maçında Radwanska'yı yenerek beni üzdü. Radwanska ne yazık ki en kötü maçını gruptaki en kötü rakibine karşı oynadı ve 3 sette kaybetti. Arkasından gelen Stosur-Sharapova maçı gerçekten kalite olarak kötüydü. Stosur özel bir tenis ortaya koymadan bile Sharapova'yı rahat geçmeyi başardı. Sharapova'nın 2. sette 0-3 0-40'ı harcaması önemli bir nottu, onu es geçmeyelim.
İkinci gün Azarenka turnuvanın kendisi adına en iyi maçını oynadı. Stosur çok fazla hata yapmasına rağmen Azarenka çok sağlam kaldı ve turnuvadaki en iyi servis performansını bu maçta gösterdi. Bu maçtan sonra zaten turnuva öncesinde kafamda olan Kvitova-Azarenka finaline iyice emin oldum. Turnuvanın yine kötü maçları arasına yazabileceğimiz maçta Li, Sharapova'yı iki sette geçti ki ilk maçta 0-3 0-40'tan set veren Sharapova, Li'ye karşı da 4-0'dan 4-7 tiebreak kaybederek çığır açtı. Tam bir "tencere dibin kara, seninki benden kara" maçı oldu ve yakın geçen iki sette Çinli kazandı. En son maç zevkliydi aslında. Genel olarak defansif oynamasına alışık olduğumuz Vera, gayet agresif ve etkili bir tenis oynayarak, özel bir şey ortaya koyamayan Wozniacki'yi geçmeyi başardı.
3. günün ilk maçı Li ile Azarenka arasındaydı ve inanın nasıl geliştiğini hatırlamakta güçlük çekiyorum izlememe rağmen. Televizyondan izlediğimiz maçlara dair daha fazla detay kalıyor akılda, buna da karar verdik bu turnuvada kirpi ile birlikte. Turnuva bitince resmen kimin hangi gün oynadığını birbirine karıştırdık. Arkasından gelen Kvitova-Wozniacki maçını unutmadım ama. Dünya 1 numarasını nasıl dümdüz etmektir o! Dünya 1 numarası ama kağıt üzerinde biraz tabii. Bu turnuvanın Sharapova'dan sonra Li ile birlikte en kötü oyuncusuydu Woz. Hani normalde de zaten gününde olan güçlü, agresif oyunculara karşı koyamaz ama bu turnuva o bilindik standartlarının bile altındaydı. Formda gelseydi çıkacağı bir gruptu aslında bu ama 3. olarak grubundan elenmiş oldu bu mağlubiyetle. Ve tabii en son maç. Daha doğrusu en son maçın en son seti. Turnuvanın en heyecanlı setiydi. Radwanska neden kendisini sevdiğimi bir kez daha gösterdi. Tamam, Vera klasik bir Vera düşüşü yaşadı ama Radwanska'nın direnci tek kelimeyle inanılmazdı. 1 aydır zaten istim üstünde gidiyor. 1 ay önce tabloda bile değildi. Tokyo'yu kazanarak iddialı hale geldi. Daha sonra Pekin finalinde dramatik anlar yaşadı Petko karşısında, o maçı zor da olsa aldı. Moskova'da çok çekişmeli maçı kaybetti Safarova'ya, acaba tam gelemeyecek mi derken Bartoli hastalandı ve son oyuncu olarak buraya geldi. İlk maçını 3 sette Wozniacki'ye kaybetti ve sonra da Zvonareva ile bu destansı maçı oynadı. Radwanska'nın yaşadığı son 1 ayı başka bir kadın tenisçi yaşasa - mesela Vera - kalpten giderdi sanırım.
Grup maçlarının son gününde yerimizi almamızla maçın bitmesi bir oldu gibi geldi sanki bize. Li ile Stosur hızlandırılmış bir tenis maçı oynadılar ve kazanan 65 dakikada tek oyun kaybeden Stosur oldu. Maç şöyle gelişti: Li return'de hata/Stosur servis winner/Li basit hata/Li basit hata, oyun Stosur. Li basit hata/Li basit hata/Stosur forehand winner/Li çift hata, oyun Stosur. Arada bir ağız dolusu laf saydırdığı kocası ise her zamanki sakinliğini korudu. Adam resmen acıların çocuğu oldu turnuva boyunca. Utanmasam ben korta atlayıp "sen Mao kızısın, yazıktır incitme kocanı" diyecektim ama beni de haşlar diye korktum. Bir insan yaptığı her basit hatadan sonra kampına dönmez ki yahu, oldu olacak kocan çevirsin raketi de senin yerine. Kvitova ise arkasından gelen maçta Radwanska'yı ve haliyle beni üzdü. Kvitova'yı seven ve destekleyen biri olarak hem turnuvayı kazanacağını biliyor hem de kazanmasını istiyordum ama bu maçta Radwanska'nın set alarak yarı finale kalmasını çok istedim. Bayık Azarenka-Zvonareva yarı finali yerine Azarenka-Radwanska yarı finali daha güzel olurdu sanki. Az kalsın oluyordu da. İlk sette 5-1'i buldu Radwanska ama ne olduysa ondan sonra oldu. Basit hataları azaltan Kvitova geriden geldi öne geçti ve maçı da set vermeden kazandı. Günün son maçı ise turnuvanın en ilginç maçıydı belki de. Azarenka tankladığı bir maçta 2 saatin üzerinde kortta kalıp 32 oyun oynamayı başardı. Bu maçta kafası bir acayipti. Bartoli ise mücadelesiyle takdiri hak etti.
Shvedova/King çiftinin sürekli güler yüzlü olduğunu biliyorduk ama bu kadar ciddi suratları gördükten sonra onların rahat halini görmek daha da farklı geldi. Genelde bu rahatlık işlerine yarıyor ama burada ne yazık ki açık ara en kötü çiftler takımı onlardı. Peschke/Srebotnik ikilisi karşısında hiç varlık gösteremediler ve baştan sonra ezildikleri maçı 2 sette kaybettiler. King'in servisleri inanılmaz zayıftı. Shvedova iyi bir ilk servisi olmasına rağmen o ilk servisi pek içeri sokamadı. Kötü servis atan King onun dışında da pek iş yapamayınca tecrübeli ikili karşısında direnmeleri mümkün olmadı. Bu maçta Peschke ayrıca sempatimi kazandı, ki pazar günü korta 2 saat önceden gelip bu ikilinin final öncesi antrenmanını izledim. Orada Srebotnik'in servislerini karşılarken bile iyi servis geldiğinde sürekli tebrik ediyordu partnerini, gülümsüyordu vs. Ayrıca oyun olarak da zevk veren bir oyunu ve süper voleleri var. Diğer çiftler maçı en son maçtı ve turnuvanın en boş tribünlerine karşı oynandı. Bu maç çiftlerin en zevkli maçıydı. Dulko/Pennetta da Huber/Raymond da gayet iyi oynadı ama super tiebreak'te gülen Amerikalı çift oldu. Zaten bu ikili super tiebreak'teki iyi rekorlarıyla bilinirler. Maçın sonunu müthiş oynadılar, neredeyse takım olarak vole kaçırmadılar filenin karşı tarafında Dulko saçma sapan lob'lar dener ve başarısız olurken.
Tekler yarı finallerinde Stosur-Kvitova maçı gayet zevkliydi. İnişli çıkışlı bir Kvitova karşısında istikrarlı ve belli bir çizgide oynayan Stosur gördük. Break avantajı olduğu ilk sette üst üste basit hatalarla 40-0'dan servisini kırdırmayı başaran Kvitova, o klasik rutinine bağlayarak üst üste birkaç oyunu daha iyi oynayamadı ve ilk seti verdi. İkinci sette de 0-1 *30-40 tehlikesi yaşadı ama bu oyunu iyi servislerle kurtardıktan sonra açıkçası arkasına hiç bakmadı. 2 break fark ile aldığı bu setten sonra son sette 5-0 öne fırladı. Üst üste 3 oyun vererek yalpalasa bile lovegame ile son servis oyununu alarak işi bitirdi. Diğer maçta ise fazlasıyla sıkıldık ve hatta ikinci setin ortalarında hava almak için birkaç oyun için dışarı bile çıktık ki bu birkaç oyun benim turnuvada izlemediğim tek kısım oldu. O kadar kötü maç değildi ama Stosur-Kvitova gibi yoğun bir maçtan sonra içinde bu kadar uzun oyunlar barındıran fakat aynı zamanda çekişme de vaat edemeyen bir maç biraz boğdu sanırım. Neyse ki Azarenka fazla uzatmadan sadece 5 oyun vererek kazandı ve Kvitova'nın finaldeki rakibi oldu.
Son günde ise güzel finaller izledik. Çiftlerde 38'lik Raymond ve 35'lık Huber, 1 numaralı çift Peschke/Srebotnik'i 6-4'lük iki setle geçtiler. Huber/Raymond ikilisi ilk maçlardan sonra favorimdi zaten. Buradaki en komple takım olarak onlar gözüktüler. Baseline'da olsun, volelerde olsun, servislerde olsun ikili bir istikrar sağlamıştı ve çok da uyumlu gözüküyorlardı. Peschke/Srebotnik ikilisine oranla daha iyi bir takım görüntüsü verdiler açıkçası ve zevkli geçen final maçını kazandılar. Tekler finali de aynı şekilde heyecan ve kalite açısından sınavı geçti diyebiliriz. İlk sette 5-0 öne fırlayan Kvitova mala bağlayarak maçın 5-5'e gelmesine sebep oldu. Kvitova'nın bu üst üste basit hatalarla kaybettiği oyunları izleyince hep aklıma adventure oyunlarında sıkışıp geçemediğim bölümler geliyor. Tıkanıyor ve çok kolay çıkamayabiliyor bazen o delikten. Asla mücadeleyi bırakması gibi bir durum söz konusu değil ama birkaç kötü puandan sonra toparlaması 3-4 oyun sonrayı bulabiliyor ki şu anki en önemli eksikliklerinden biri de bu gibi görünüyor. Biraz fazla gergin. 5-0'dan 5-5'e gelmesine izin verdiği bu seti 7-5 ile aldı ama ikinci sette yine istediği tenisi oynayamadı ve iyi de mücadele eden Azarenka seti 6-4 ile alarak maçı son sete taşıdı. Bu setin başında servis kıran Kvitova daha rahat ve daha iyi oynadı. Bariz üstün olduğunu da iyice gösterdi ve çok sıkıntı yaşamadan 6-3 ile seti kapattı.
Kupaları beğendim. Özellikle tekler kupası gayet güzeldi. Şampiyon ile ikinciye aynı kupadan ya da tabaktan verilmesine de uyuz olurum, o yapılmamış. En görkemli kupayı Kvitova aldı, diğerleri biraz daha ufak tefek şeylerle idare ettiler ki ben böyle olmasından yanayımdır aradaki farkı maddesel anlamda yansıtması adına.
Ayrıca WTA, BNP Paribas ve oyuncuların toplanıp Van için 250 bin dolar bağış yapmaları da haftanın en hoş anlarından biri oldu. Kader Nouni'den son gün aldığımız imza ve foto da kremalı pastanın üzerine konulan çilek oldu. :)
NOT: Video ve fotoları bu akşamdan itibaren kirpi'nin de söylediği gibi yüklemeye gayret edeceğiz bloga.
30 Ekim 2011 Pazar
Şampiyonumuz Kivi!
Yoğun ve yorucu bir haftayı geride bıraktık ve haftaya çiftlerde Raymond-Huber ikilisini teklerde ise Wimbledon'da yalnız kaldığı için destekçisi olduğumuz Kivimizim şampiyonluğu ile nokta koyduk. Neredeyse her akşam eve 12'de döndük ve buralar boş kaldı. Fırsat buldukça bir takım videoları ekleriz.
Gün gün gidelim . İlk gün Kivi-Vera maçı ile açıldı ve ben işim dolayısı ile geçiktim. Kivi denilene göre oldukça baskın ve iyi oynamış, almış götürmüş. İkinci maç Radwanska ile Wozniacki arasındaydı. İkisi de iyi oynamadı ancak Radwanska o kadar tutuktu ki Wozniacki atak göründü. Son maç Sharapova Stosur maçıydı ve Stosur'un oynadığı en kötü maçlardan biriydi turnuvada. Buna reğmen yendi Sharapova'yı.
İkinci gün Stosur-Vika maçı ile açıldı. Sadece son oyuna yetişebildim, Vika iki adet 62'den tavşanla geçmiş ve Stosur'a nefes aldırmamış. Sonra Li ve Sharapova çıktı korta. Li bile yendi Sharovayı demek istiyorum zira kendisi turnuva boyunca çok kötü oynadı. Kocasıyla da maşallah iyi karı koca kavgası yaptı, biz arada kaldık resmen. Son maçta Vera yine sinir şov yapsa da biraz Woz'u geçti.
Üçüncü gün, ortodonti randevum ve derse gelmeyen hocam sağolsun, tüm maçları izledim. İlk maç Na Li ve.Vika arasındaydı. Vika Li'yi de tavşanlayarak geçti. Sonra nihayet Kivime kavuştum Woz karşısında. Kivi daha ilk vurularından bana "Bu kızda bir başkalık var" dedirtti. Kendi Kivim düye demiyorum... Atak oynadı (yok bir de savunma yapacaktı, hem de Woz karşısında) ve ilk günki gibi 62-64 ile aldı maçı. Son maç Radwanska ile Vera arasındaydı. O ne maçtı o. Tipik bir Vera erimesi gördük, son sette 5-3 ilerideyken 3 maç puanı kaçırıp maçı verdi. Sonları çok zevkliydi, seyirci de coştu. Vera bir de koluma top attı, ama şimdi bu konulara girmeyelim.
Dördüncü gün ilk maç çeyrek final maçı gibiydi. Kazanan yarı finale gidecekti. "Bu maçı neden ilk maç yapmışlar ki?" dedik ama bir bildikleri varmış. Stosur Li'yi 60-61 ile ezip geçti. Turnuvanın en zevksiz maçıydı. Sonra Kvitova-Radwanska maçı vardı. Bu maçta Radwanska bir set alsa yarı finale gidecekti. Kivim beni dehşete ve olmaz senaryolar kurmaya sevkederek 5-1 geriye düştü. Benim Kivim kendini bu kadar salmış olamazdı. Tam bilerek laylaylom oynadığını düşünürken oradan dönüp set vermeden maçı aldı ve Kivi imzalı bir kapağım oldu. Son maç kimse için önem arz etmeyen Vika-Bartoli maçıydı. Sharapova iki maç sonra sakatlığı nedeni ile turnuvayı bırakınca korta çıkan Bartoli'nin hiç şansı olmadığı gibi Azarenka da çıkmayı garantilemişti. Zıp zıp Marion "Ben buraya gezmeye, tatil yapmaya gelmedim" diyerek varını yoğunu ortaya koydu ve bir set geriden gelerek maçı aldı. Vika ise maçın sonrarında kortta gezinmeye başlayınca seyirciden tepki gördü. Sonra basın toplantısında "Ben zaten antrenman gibi oynadım" diyerek iyice batırdı. Marion'un üstün bir zekası var mı bilemem ama yüreği olduğu kesin. Yıldız verdim ona. Tek maçta 10 ace attı zaten.
Yarı final gününe Shvedova-King/Srebotnik-Peschke maçı ile başladık. Shving (kısalttım) çifti kadar sevimli bir çift olabilemez. Tenis dünyasında belki her türlü şartta olumlu olarak bir şeyler başarabilen ender sporcular bu ikisi. Dedikodu kısmına geçersek de Shevedova oldukça iri yarı bir insanmış, TV ve fotoğraflar yarıya indiriyor onu. Maçta ise Strebotnik/Peschke, Strebotnik'in iyi servisleri ve Peschke'nin mükemmel file önü oyunu ve Strebotnik'in iyi servisleri, King'in çok kötü servisleri ve kötü voleleri ile birleşince rahat bir galibiyet vardı. King'in bacağında sargı vardı, belki de kötü günündeydi. İkinci maç seyirciyi bitiren Stosur/Kivi maçıydı. Kivi iyi başladığı setti kötü devam edip kaybetti. Sonra ikinci sette kritik bir servis oyununa tutunca devamını getirip maçı aldı. Stosur kötü değildi ama hiç insiyatif alamadı ki bunda Kivinin rolü büyüktü. Sonraki maç olan Vika/Vera maçında uyudukı açıkçası yorgunluğun da etkisiyle. Vera'nın sinir krizi geçirmediği düşük gerilimli bir maçtı. Arada iyi puanlar vardı ama tempo çok yüksek değildi. Vika rahat aldı. Bu maçtan sonra kortun yarıdan çoğu boşaldı ve turnuvanın en iyi çiftler maçı olan Pennetta-Dulko/Huber-Raymond maçını izledik. Dulko zaman zaman kötü oynadıysa da kalitesi yüksek bir maçtı. Super tie-break setini 6-3'den kaybeden Dulko-Pennetta ikilisine diyecek laf bulamadık.
Son güne program değişikliği sonucu çiftler finali ile başladık. Seyirci katılımı daha iyiydi. Yine iyi bir maçtı ancak çekişmesizdi. Bu yıl bir araya gelen Raymond-Huber ikilisi 2 sette noktaladı maçı. Çiftlerde başarı yaş ile birlikte artıyor sanki. Finale gelince aynen yarı final öncesi dediğim gibi "Petra alır veya Petra verir" maçıydı bu maç da. Bunun nedenini Petra üzerine yazacağım postta daha iyi açıklarım ama temel sebep Petra'nın maç içerisinde insiyatifi rakibe bırakmayan oyunu. O derece zor ve riskli bir oyunu var ki ya hata yapıyor ya sayı alıyor. Rakibe yapacak şey kalmıyor. Petra aynen yarı finaldeki gibi iyi başladığı sette bir ara koptu ve skor 5-0'dan 5-5'e geldi. Ama bu sefer vaktinde toparlanıp 7-5 ile aldı seti. İkinci sette de bol bol kopuşlar yaşadı ve 6-4 ile verdi seti. Son setin ilk oyununda 3'ü üst üste olmak üzere 4 servis kırma puanı kurtarıp servisine tutunması maçın "kırılmama anı"ydı. Bu aynı zamanda servis kırma puanı kurtarıp aldığı ilk servis oyunuydu. Sonrasında Vika'nın koptuğu, veya Petra'nın izin verdiği kadarı ile koptuğunu hissedebildiğimiz ilk oyunda servis kırarak 2-0 öne geçti. Sonra herkes kendi oyununu aldı ve Kivimiz şampiyon oldu.
Turnuva çok güzeldi. Bugün Kader'le de imzaydı fotoğraftı derken samimileştik, daha ne isteriz? Seyirci çok iyiydi ancak umarım flaşla fotoğraf çekilmeyeceği artık öğrenilmiştir. Turnuvanın en kötü yanı Fadik Sevin Atasoy'du. Hadi ülkede tenisten anlayan eli yüzü düzgün sunucu da kalmadı diyelim... Ama turnuvayı sunacağını sanırım son dakikada öğrenmemiştir. Buna rağmen sürüyle yanlış anons yapıyorsa ve en basit şeyleri bile bilmiyorsa ben buna sadece işini ciddiye almamak derim.
Blogdaki kirpi olarak eyyorlamam bu kadar. Russell da kendi aklında kalanları ayrıca yazacak. Yorgunluktan hata yaptıysak affola!
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Yabancı forumlarda çizgi kararların doğruluğu dillendiriliyor. Gerçekten de çok az haklı challenge oldu ve 22 hakemin 12'si Türk idi. Bravo.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)