29 Kasım 2011 Salı

Kapanış 1. Perde: Sezon Sonu Turnuvaları

Sezonun bittiğini bize anlatan iki turnuva var. Aslında tenisçilerin çoğu son ana tablolu turnuvada sezona veda etse de, gözler yıldız oyuncularda olduğundan sezonun bittiğini bize sezon sonu turnuvaları anlatıyor. Sezon sonu turnuvaları bittikten sonra da bis olarak Davis Cup ve Fed Cup maçları oynanıyor.

ATP'de bis aşamasına geldik. Davis Cup finali oynanacak bu hafta ve Ocak ayına kadar tek tük oynanan gösteri maçları haricinde tekler oyuncularını maç yaparken izleyemeyeceğiz. Bu postta sezon sonu turnuvalarının son bir kaç yılda oluşan karakterlerine bir bakmak istedim.

Bu kupa benim "lanetli" olarak tanımladığım kupa. Sebebi basit, son 4 yıldır kazananlar, son 2 yıldır ise finalistler bir sonraki sene rahat yüzü görmüyorlar. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Ama önemli sebeplerden birinin oyuncuların yıl içi form eğrileri olduğu açık. Oyuncuların form eğrileri o yılki rekabetin şiddeti ile alakalı olabileceği gibi kendi tercihlerinden de kaynaklanabiliyor. Örneğin bu sene bu kupadan Nadal ve Djokovic'in, 2009'da Federer'in ve kısmen Nadal'ın, 2008'de yine bu ikilinin kopmalarının nedeninin yıl içerisinde sarfettikleri efor olduğu söylenebilir. Hatta 2009 yılında Federer sezonun son aylarını gözden çıkardığını haftalar önceden ilan etmiş, Basel'i bile Djokovic'e teslim etmişti. Buna sebep olarak Avustralya Açık'a hazır gitmek istemesini göstermiş ve ne kadar yerinde bir karar olduğunu da sonradan görmüştük. Nadal ve Djokovic de bu yıl (Nadal geleneksel olarak son yıllarda) sonbahardan sonra el ele bir kopuş yaşadılar ki ilk 9 ayı birbirleri ile itişerek geçirdiklerinden bunu da normal karşılamak lazım. Sonuçta ikisi yılın ilk 7 ayındaki tüm önemli kupalara ambargo koymuşlardı. Bu nedenle sezon sonuna gelindiğinde sezonun önceki bölümlerini daha rahat geçiren Federer ve Ferrer gibi isimler sezon sonunda daha etkili oldular. Hatta daha da ilginç bir tespit, Indian Wells-Miami turnuvalarında beklentilerin altında kalan Federer-Ferrer-Murray üçlüsü sonbahar döneminde en fazla dikkati çeken isimler oldular. Bu turnuvaların önemi ikisinin toplamda bir aylık bir süreyi kaplaması ve bu turnuvalar öncesinde de zaten oyuncular için bir kaç haftalık bir dinlenme sürecinin olması. Ferrer bir istisna sayılabilir gerçi ama Federer ve Murray için durum bu. Federer Murray'e kıyasla daha iyi sonuçlar almasına rağmen son bir kaç yıldır Avustralya Açık'tan sonra inişe geçen, Monte Carlo'da dibe vurup sonra tekrar yükselmeye başlayan grafiğini bu dönemde antreman sürelerini azaltmak gibi önlemler aldığına yormak mümkün. Sonuçta yaklaşık 7-8 haftalık bir süreci hafif tempoda atlatan bu isimlerin biriktirdiği enerji sonbahar döneminde yol-su-elektrik olarak geri dönüyor anlaşılan. Bu savı doğrulayan bir başka isim de 2009 yılında toprak sezonunda ortalarda olmayıp, sezon sonunda esen Davydenko. İstisnayı bozan durum ise 2010 itibarı ile Nadal. Ama unutmamak gerekir ki o yıl Barcelona'yı atlamak gibi daha akıllı politikalar izlemiş, hiç Davis Cup maçı yapmamış yani o dönemde bu yıla kıyasla daha az maç yapmıştı.

Kazananların bir yıl sonraki durumları ise ayrıca ilginç. Aslında sezon sonu turnuvasını kazanan oyuncuların ivmelerini bir sonraki sezonun başına taşıyabildikleri bir gerçek. 2009 ve 2010 şampiyonları yıla Doha zaferi ile başladılar. Davydenko Avustralya Açık'tan çok üst düzey tenis oynayan bir Federer'e kaybederek elendi. Bir sene sonra da Federer alışılmadık kadar iyi oynayan bir Djokovic'e kaybedene kadar aynen bir sene öncesinin Kolya'sı gibi oldukça iyi bir performans gösteriyordu. Genelde sezon sonunda, sonbahar ayında iyi performans gösteren temel sorunu bu ivmeyi bahar ve yaz döneminde kaybetmeleri. Bu zaten 2 grand slam demek. Tekrar ivme artırdıkları Eylül ayı döneminde de Amerika Açık'ta yine görece iyi sonuçlar alsalar da en rahat oyunlarını Eylül ayından sonra oynamaya başlıyorlar.

Özetlemek gerkirse genel eğilim oyuncuların yaklaşık 6 ay kadar bir süre ile zirve yaptıkları ve kendi aralarında tuhaf bir döngü oluşturdukları. Döngülerde devir teslim genelde Mart ayında oluyor. Mart ayında gelen grup Wimbledon sonuna kadar, eğer nefesleri yeterse de Eylül ayına kadar bu tempolarını koruyorlar. Bu sene ilk 9 ayı domine eden Djokovic bir istisna. Ama 3 yıl üst üste Roland Garros-Wimledon dublesi görmek de tesadüf değildir.

Kadınlarda durum biraz daha farklı. Genellikle şampiyonların o yıl oynadıkları veya bir sonraki sene oynayacakları sezona göre değerlendirilmeleri güç. Ama ortak özellikleri slam şampiyonu olmaları. Çoğu da birden çok kez. Örneğin, şimdilik bir slam kazanamamış Wozniacki veya Jankovic gibi 1 numaraların bu turnuvada başarılı olamadıklarını görüyoruz. Bunun da slamlerin ve bu turnuvanın "en iyilerin en iyisi kazanır" yapısı ile ilgili olabilir. Slamler, oyuncuların olabilecek en iyi kondisyonla geldikleri turnuvalar. Sezon sonu turnuvası için aynı şeyi söyleyemeyiz ama bir şekilde buraya kadar gelen tenisçilerden diğerine oyun anlamında net üstünlük kuranların şampiyon olduğunu görüyoruz. Tıpkı yine bu turnuvadakine benzer şekilde herkesin kendini ispatlamaya çalıştığı slamlerdeki gibi.

Hiç yorum yok: