4 Ağustos 2011 Perşembe

Video: Sevenleri İçin...

Video: Evlatlığın Başı Dertte

Bizim evlatlıktan bahsediyorum...



Federer'e akıl öğretir gibi konuştuğu basın toplantısından sonra Federer'in basın danışmanına "Vallahi beni yanlış anlamışlar, laflarımı çarpıtmışlar" dedikten sonra basın toplantısının ses kaydı çıktı. Buyrun dinleyin.

Kopartacağım o dilini... Kedilere yedireceğim...

3 Ağustos 2011 Çarşamba

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Robert Kendrick ve Ceza Meselesi

Robert Kendrick'in kanında Roland Garros'ta yasaklı madde bulunduğundan yanılmıyorsam 1 yıl ceza verilmiş kendisine.

Cezayı almasına neden olan madde ise uyumak için aldığı bir ilaç.

Murray az önce attığı bir tweet ile uyku ilacının nasıl olup da performans artırıcı kabul edildiğini anlamadığını, cezanın saçma olduğunu ve Kendrick'e ceza verilmemesi gerektiğini yazmış.

Her ne kadar doping kontrollerini gerekli bulsam da bazen yapılan hareketlerin "cadı avı" kıvamında olduğunu düşünüyorum. Kanında laboratuar ortamında ancak tartılacak kadar az madde bulunan oyuncular, tedavi amaçlı olarak yanlış ilacı alanlar, yer bildirme kuralını bir kez atlayanlar veya Kendrick'in durumundaki gibi aslında performans artırıcı etkisi olmayan ama muhtemelen uyuşturucu kategorisinde görüldüğünden yasaklanan ilaçları ihtiyaç nedeniyle alan oyuncuların üzerine bazen gereksiz gidiliyor. Bavulunda şişe şişe hormonla yakalanan Odesnik 7 ay ile yırttı (Russell 1 yıl diyor, anlaşamadık). Adaletin bu mu dünya?

Murray'i de cesur tavrı yüzünden ayrıca tebrik ediyorum.

Ekleme: Konu ile ilgili bir başka yazı da şurada. Bakıldığında Kendrick seri olarak aptallıklar yapmış gibi görünüyor. Benim kanım bu en azından. Bu kadar aptal olunabilir mi derseniz bence olunabilir. İlacı doping olarak alıp almadığını anlamının en kolay yolu aldığı zamana odaklanmak olsa gerek.

Dolgopolov'dan İlk Şampiyonluk

Sene başından bu yana grafiği hızla yükselen Dolgopolov, son birkaç ayda açıkçası formunu kaybetmişti. Bu sezon ufak turnuvalarda adını gördüğümüzde "burada ilk şampiyonluğunu alır artık" dediğimiz anda pek de matah bir oyun oynayamadan erken eleniyordu. Kötü bir form döneminden sonra gözlerden biraz ırak kaldı ve bu hafta Umag'da sessiz sedasız kariyerinin ilk ATP Tour şampiyonluğunu kazandı finalde Marin Cilic'i mağlup ederek. Cilic'in bu sene kaybettiği ikinci final oldu bu. İlk finali Marsilya'da Soderling'e kaybetmişti.

Gstaad'da daha da sürpriz bir şampiyon vardı. Final maçı dün NTV Spor'dan naklen yayınlandı. Granollers, vatandaşı Verdasco'yu üç sette geçerek kariyerinin ikinci şampiyonluğunu kazandı. Verdasco ise bu sene üçüncü kez finalde kaybetti. Granollers her ne kadar rakiplerinin çok iyi olmamasından faydalansa da kendisi de özellikle servis ve savunma anlamında çok sağlam durdu. Arka arkaya Wawrinka, Youzhny ve Verdasco'yu yendi şampiyonluk yolunda. Granollers'in kampu epey doluydu ve maç sonunda ağlayanlar falan da oldu. Herkes Djokovic, Federer, Nadal değil tabii. Kariyerlerinde birkaç şampiyonluk kazanan oyuncular bunlar ve muhtemelen kariyerlerinin en önemli ve en güzel anları. Verdasco ise fotoğrafta da görüldüğü üzere yenilgiye çok da üzülmüş gibi değil.

Anaaa. Sürpriz şampiyon diyip durduk, şimdi buna kullanacak sıfat kalmadı. Evet, yukarıdaki fotoğraf yanlış değil. Aylardır maç kazanmakta zorlanan Gulbis, çıktı ve çok sağlam oyuncuları yenerek çatır çatır Los Angeles'ta şampiyon oldu. Çeyrek finaldeki Del Potro maçında çok iyi oynadığı söyleniyordu. Dün Bogomolov ve bugün Fish'e karşı oynadığı maçların büyük kısmını izleme fırsatı buldum ve şunu söyleyebilirim ki yeni antrenörü Canas'ın yarattığı değişiklikler çok bariz şekilde etkisini gösteriyor. Bundan çok değil, yanılmıyorsam birkaç hafta önce kirpi ile konuşurken Gulbis'ten bahsettiğimde "Canas ile olmaz ondan bir şey" mealinde konuşmuştu. Ben ne dediğimi tam hatırlamıyorum, yalan olmasın o yüzden ama onun bunu dediğinden eminim. :P Her neyse, Canas'ın etkisi diyorduk. İzlediğim maçlarda gördüğüm Gulbis normale göre daha sakin kaldı, raket kırmadı ve en önemlisi de puanları çok sabırlı oynadı. Servisten sonra iyi pozisyon bulursa yine vuruşlarını riske etti ama olur olmaz toplara winner çabaları minimum seviyedeydi. Puanlar için savaşmaktan kaçınmadı ve çok fazla basit hata yapmayarak çok daha olgun bir oyuncu izlenimi verdi. Servis istatistikleri de turnuva boyunca çok istikrarlıydı, eklemek lazım.
Stanford'da geri dönüşünden sonra ilk şampiyonluğunu rahat kazandı Serena. Finalde Wimbledon rövanşını almak için karşılaştığı Bartoli karşısında ilk sette biraz zorlandı diyebiliriz aslında. Bartoli 5-4 öndeyken set için servis atıyordu hatta. Ama gitti, tam servis kırıp set için servis atacağı sırada, antrenörünü (babasını) falan çağırdı. Sonra 3 oyun üst üste kaybetti ve set gitti. Setin sonunda hem antrenör hem de doktor korttaydı. İkinci sette üst üste oyun kazanma serisini devam ettiren Serena, 5-0 öne geçtiği seti de 6-1 ile kazandı şampiyonluğu aldı.

Bunun dışında Washington'da kadınlarda bir turnuva daha vardı ki, şampiyon olan Petrova'nın kupayla bir fotoğrafını bulamadığımdan koyamıyorum. Zaten haftanın en düşük profilli ve en az ilgi çekici turnuvasıydı. 2 numaralı seribaşı olan Petrova, 1 numaralı seribaşı Peer'i iki sette geçti ve şampiyon oldu. İki oyuncu da son aylarda pek iç açıcı değiller, Petrova hatta bu sezonu genel olarak çok kötü geçiriyor ama bu zayıf turnuva onlar için de biraz kendilerine güven depolama açısından faydalı oldu.

31 Temmuz 2011 Pazar

Haftanın Finalleri

ATP'den başlayalım.

Şu anda başlamış olan Gstaad finalinde Verdasco ile sempatik Marcel de dediğim Granollers karşılaşıyor. Verdasco rahat diyebileceğimiz ilk turlardan sonra vatandaşı Lopez ve Bennetteau'ya birer set kaybederken Marcel sadece Youzhny'e set kaybetmiş. Avustralya Açık için saçlarını kısaltan, yeterli olmadığını görünce de kazıtan Verdasco bunun faydasını görmüşe benziyor. Kafasını kestirirse slam finali bile görebilir zira önündeki en önemli engellerden biri o gibi. Ama bu maç Marcel süprizine de açık, hafta boyunca iyi performans gösterdi zira.

Diğer bir final sempati beslediğimiz, ancak istikrarsızlıkları nedeni ile yumurta misali kafalarını birbilerine vurasımızın geldiği iki oyuncu olan Cilic ve Dolgopolov arasında oynanacak. Gerçi atkuyruğumuzun istikrarız olması için geçerli bir sebebi var ama neyse. Bu turnuvada 2. turda maçtan çekilen Robredo iyi sinyaller vermezken, Ferrero ilk turda bir başka çekilmenin sağladığı avantajla ivme alıp yarı finale kadar geldi. Burada kendisini eleyen atkuyruğumuz oldu. Böylelikle Dolgo biri Ferrero'nun olmak üzere en az iki kalp kırdı. İkinci kalbin kime ait olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Dolgo ilk turlardan itibaren toprakçılarla boğuşurken Cilic daha kolay yoldan geldiği halde daha fazla zorlandı. Ama son yarı final maçında Fognini karşısında ivme bulmuş gibi görünüyor. Yine de avantaj Dolgo'da derim. Yeni bir final tıkanması yaşamazsa tabi.

Los Angeles'dan ise kıyamet alametleri geliyor. Gulbis finale çıkmış burada. Yendiği önemli isimler Malisse ve Delpo, ancak Delpo ilk maçında Blake'i de yakın setlerle geçmişti. Diğer taraftan ise Mardy Fish geldi. Muller ve Kunitsyn'i rahat geçen Fish evlatlığımız Harrison'a set bıraktı. Dili kopartılası miniğimiz maçtan sonra "Federer biraz daha istekli olsaydı, halam amcam olurdu" kabilinden beyanatlarla dinleyenlere "Bir sussan ne kadar şirin olacaksın..." dedirtti.

Haftanın en sıkıcı turnuvasında 1 ve 2 nolu seri başı isimler finale gerldi. Peer ve Petrova'dan bahsediyorum. Her ikisi de iki uçtan yarı finale kadar set vermeden gelirlerken Peer Wimbledon'da dikkar çeken Pazsek'e, Petrova da 90 doğumlu Amerikalı Falconi'ye set bıraktı yarı final maçlarında. Falconi de rahat kazanmış maçlarını. Haftanın dikkat çeken ismi oldu böylece.

Haftanın en ilgi çekici turnuvasında ise Serena ile Bartoli arasında oynanacak final. Serena bu hafta bir yılın acısını çıkartarak oynuyor. Rodionova hezimetinden sonra WTA'nın meşhur sarışınları Kirilenko-Sharapova-Lisicki üçülüsünü sırayla devirdi. İçlerinden en fazla direnen set almayı başaran Kirilenko oldu. Serena o maçta bilek sargılarının kendisini biraz rahatsız ettiğini söylemiş. Uzaktan bakanı bile rahatsız edecek betonvari sargılarla oynuyor bu hafta. Sharapova ve Lisicki birbirinin kopyası gbi duran iki maçla ezilip gittiler. Düşük servis yüzdeleri, düşük puan çıkartma oranları, kendine güvensiz oyunlar, falan filan... Lisicki ile Sharapova güçlerini birleştirseler Serena'dan en fazla bir set alabiliyorlarmış. Zira ikisi toplamda 7 oyun ancak alabildiler. Sharapova 4 oyun alarak 2007'deki müthiş AO finaline göre kendini geliştirmiş sayılabilirken, Serena'dan daha iri yarı bir abla olan Lisicki ancak 3 oyun alabildi. En-boy ile olmuyormuş bu işler demek ki. Sharapova maçında gördüğüm kadarı ile farkı yaratan Serena'nın daha temiz oynuyor olmasının yanı sıra kötü başlayan rakiplerine toparlanma şansını tanımaması. Yoksa Sharapova'nın kötü başlayıp iyi bitirdiği maçlar çoktur, hatta Serena ile oynadığı maçta da maç içinde çıkış belirtileri gösterdi. Ama Serena ile oynadığı maçlar hep sorduğumuz "O kırılma anı olmasaydı ne olurdu?" sorusunun cevabı gibi. Bu arada Lisicki ve Sharapova Wimbledon'da çok başarılılardı hatırlarsanız. Peki Bartoli kim? Serena'yı Wimbledon'da eleyen isim. Final Serena için diğer 4 maçının toplamından daha zor olur gibi hissediyorum. Bir kere Bartoli sarışın değil, zeki kadın. Öyle ki yarı finaldeki rakibi Cibulkova'yı daha korta çıkmadan, daha rakibi raketi eline almadan elemeyi başardı. Beyin gücüyle sakatladı kızcağızı. Daha ciddi bir açıdan bakacak olursak Bartoli'nin soyadı Williams olan tenisçilere karşı diğer isimlere göre daha rahat oynadığını söyleyebiliriz. Zaten daha geçenlerde Serena'yı yendiği için meşhur olduğundan bahsetmişti Bartoli. Çok sağlam bir savaş bekliyorum finalde, haftanın en zevkli kadınlar maçı olabilir.