28 Mart 2010 Pazar

Mert Ertunga Röportajı (1. Bölüm)

Türkiye Davis Kupası takımında maçlar oynamış, bir dönem Davis Kupası takımının kaptanlığını yapmış, şu sıralar Amerika'da yaşayan Türk tenisinin değerli isimlerinden Mert Ertunga ile uzun bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine verdiği uzun ve bilgilendirici cevaplar için çok teşekkür ediyorum. Cevaplar uzun olunca da haliyle röportajı bölmek zorunda kaldım. 3 bölüm halinde yayınlayacağız blogda. Zevkle okumanız dileğiyle...

- Öncelikle kendini tanıtabilir misin?

- 1967 İstanbul doğumluyum. Ferdi lisans ile birkaç sene oynadıktan sonra 80'li senelerin ortalarında TED kulübü oyuncusu oldum. Gençlerde her yaş grubunda Türkiye şampiyonluklarım var. 1988'de Türkiye büyükler şampiyonu oldum. 1990'da tekrar Türkiye'de hem teklerde hem çiftlerde (partnerim Alaaddin Karagöz ile) Türkiye birincisiydim. 1990 ve 1991'de Davis Cup takımında oynadım. 1992'de aktif tenis hayatımı noktaladıktan sonra, 1993'te Davis Cup kaptanı da olarak, Türkiye çapında hemen hemen her rüyamı gerçekleştirdim diyebilirim.

- Tenise başlangıcın nerede, nasıl oldu?

- Tenise 9 yaşında iken Taçspor kulübünde başladım. O zaman ağabeyim başlamıştı. Hep onun yaptıklarını yapmak istiyordum ve ben de o şekilde başladım.

- Tenisi profesyonel bir meslek edinme fikri ne zaman ortaya çıktı?

- 1988'de Türkiye şampiyonu olduğum zaman ciddi olarak profesyonelliği denemeye karar vermiştim. Ama önce üniversiteyi bitirmeyi kafaya koymuştum. 1989 yazında üniversiteden mezun olduktan sonra 2 sene kadar satellite ve challenger turnuvalarında oynadım.

- Genel olarak baktığın zaman tenis kariyerini nasıl değerlendiriyorsun?

- Oyunculuk kariyerimden son derece memnunum. Her zaman ilk rüyam Türkiye şampiyonu olmak ve Davis Kupası'nda ülkemi temsil etmekti (her tenisçinin en büyük hedeflerinden biri Davis Kupası'nda oynamaktır). İkisini de başardım. Tabii ki, bir sonraki rüya ATP çapında bir yere gelebilmekti. 2 sene boyunca denedim. İlk başladığımda hedefim ilk 200'e girebilmekti. 2 seneye yakın bir süre sonra hedeflerime yaklaşamadığımı görünce gerçekçi olup, üniversiteye dönüp master yapmaya karar verdim. Ama tenisi bırakamadım...

- Tenis antrenörü olarak Amerika'da pek çok ödülün var, kolej tenisinde. Bunlardan, nasıl tenis antrenörü olduğundan bahsedebilir misin?

- Şansımın yaver gitmesiyle kısa sürede NCAA Division 1 seviyesindeki bir takımın antrenörlüğüne geldim ve bir yandan tenis hocalığı da yapmaya başladım. Hocalık yaparak finansal yönden kazançlı çıktım. Üniversite takımının coach'luğu ise manevi yönden çok doyurucu oldu. Genç insanların hayatına pozitif yönde katkı yapmak duyguların en güzeli. Yıllar sonra bazen eski oyuncularımdan mektuplar alıyorum ve öğrendikleri için teşekkür ettiklerini görüyorum. İşte o zaman çok mutlu oluyorum...

Nihayet 2008 yazında aktif tenis hayatıma son verdim ve uzun süredir hedeflediğim akademik kariyere kendimi verdim. Ancak tenis yazıları yazmaya ve tenis dünyasını yakından izlemeye devam ediyorum. Zaten tenis böyle bir şeydir. Tenis ile olan aşk, hayat boyu devam eder.

- Türkiye'den daha çok profesyonel tenisçi çıkması için gerekli olanlar nedir? Ve, bu hayali olan çocuklara, gençlere neler önerirsin?

- Türkiye'de çok geride olduğumuz en önemli sorun profesyonellik. Hem sponsorluk açısından profesyonellik, hem antrenör kadrosunun bu konuda yetersizliği, hem de oyuncuların ve kulüplerin genel olarak dünya çapında başarılı bir tenisçi olmak için nelerden fedakarlık etmeleri gerektiğinin tam olarak farkına varamamaları, veya varınca da o fedakarlığa katlanmayı göze alamamaları.

Örnek olarak herhangi bir başarılı ülke programını veya başarılı bir grup oyuncunun kişisel planlarını büyüteç altına alıp incelemek yeterli. Birçok kulübün tenisçi yetiştirme kavramına zaten değişik baktığını görebilirsiniz. Çoğu tenisçi yetiştirmekten ziyade, para kazanmaya bakıyor. Tabii ki bu bir kabahat değil ancak o anda mevcut olan genç yeteneklerden birkaç tanesini erken tespit edip, onlara ağırlık verip, erken yaştan tenisi bir hayat olarak seçmelerini onlara gösterebilecek erdem görüşlü antrenörlere veya kulüp büyüklerine ihtiyaç var ve maalesef bu konuda feci yetersiziz. Kulüplerin, antrenörlerin yaklaşımı tam ciddiyet ve profesyonellik içinde olmadığı için nice yetenekli gençler, hiçbir potansiyellerini öğrenmeden tenis ile yollarını ayırıyorlar. Çalışkanlığı benimsemiyorlar veya kendi görebildikleri kadarıyla (daha iyisi gösterilmediği için) tenisin onlara uymadığına inanıyorlar ve sonucunda hayatın diğer yönleri daha çekici gelmeye başlıyor. Yavaş yavaş tenisten uzaklaşıyorlar.

Günde 5-6 saat ciddi ve programlı antrenman yapan yetenekli genç tenisçi çok az bulursunuz Türkiye'de. Gerekenlerden birinin bu olduğunun bile farkına varmayanlar, varanlardan çok daha fazla. Burada gençlere düşen en büyük görev kendilerini iyi eğitmeleri, tenis dünyası hakkında bilgilenmeleri ve öğrendikleri doğrultusunda düzenli bir programı olan bir tenis akademisi veya kulübü bulmaları. Aslında onlara yol gösterenlerin yapmaları gereken şeyler bunlar, ancak 70 milyon kadar nüfusu olan bir ülkeden teklerde henüz ilk 100'e giren tenisçi çıkaramadıysak, demek ki genç yeteneklere yol gösterenler sınıfta kalmışlardır. Bundan dolayı, maalesef, gençlerin dizginleri kendi ellerine alma zamanı ve daha çalışkan, daha hedefçi olmalarının zamanı gelmiştir.

Not: Röportajı ikiye bölerek de yayınlayabilirdik ama çok uzun ve sıkıcı gelmemesi adına 3 kısa bölüm halinde daha iyi olacağını düşündük. 2. bölümde 5 soru (hepsi uzun cevaplar) olacak. Son bölümde cevapları nispeten daha kısa olan 8 soruyla röportajı tamamlayacağız...

Hiç yorum yok: