1 Mart 2014 Cumartesi

ERNESTS GULBİS LOBİSİ NEDİR? NASIL VE NEDEN OLUŞTU?

Letonya’nın spor tarihine bakılacak olursa ilk olarak göze çarpan sporlar buz hokeyi ve basketbol olacaktır. Özellikle basketbolun baskın olması Letonya spor tarihinin ilk yıllarında göze çarpan en önemli özellik. Özellikle 1935’teki Avrupa Şampiyonluğu’nun bunda payı oldukça fazla. Ardından1940’ta yaşanan siyasi gelişmeler Letonya için karanlık bir dönemin başlangıcı olsa da bu karanlık yıllarda spor her zaman bir tünelin sonundaki ışık olarak kendisini gösterdi. Uzun yıllar boyunca süren basketbol hâkimiyeti gücünü korumasına rağmen zamanla basketbolun yanına buz hokeyi de eklendi. Halkın spor kültürü ve ilgisi bu iki spor üzerine yoğunlaştı. Bu sporların halkın kendisini simgeleme aracı vazifesi gördüler ve halka bir ifade sahası yarattılar. 1980’lerin sonuna gelindiğinde tüm dünyadaki özgürlük hareketleri sporda da kendisini göstermeye başlıyordu. Bu tarihler aynı zamanda Letonya’da tenis kültürünün tam anlamıyla oturmaya başladığı yıllar olarak göze çarpıyor.

Yazının buraya kadarki bölümü tenisle alakasız gözükse de aslında başarılan hikâye tam da bu noktada başlıyor. Çünkü yıllardır oluşan halkın kendisini ifade etme isteği aslında şu anda tenis sayesinde vücut buluyor. Bu durumu daha iyi anlamak için tenisin tarihsel sürecine bakmak gerekirse özellikle 1970’lerden itibaren tenis üzerindeki ‘’zengin sporu’’ yaftasının yavaş yavaş kalktığını görmek mümkün. Bu durum tenisin dünyada daha da güçlenmesini sağlarken sporu bireylerin değil ülkelerin yarıştığı bir spor dalı haline getirdi. Letonya özelinde bakmak gerekirse bu durumu şu an gerçekleştiren isim Ernests Gulbis. Pek çokları tarafından istikrarsız, açıklamaları sebebiyle ukala ya da şımarık olarak nitelendirilse de aslında başardığı iş gerçekten tenis oynamaktan çok daha farklı bir temsil görevi. Bunu anlamak için Letonya’nın tenis geçmişine bakmak yeterli. Letonya’nın Gulbis öncesine kadar dünyadaki tenis varlığı sadece Ukrayna asıllı Letonyalı kadın tenisçi Larisa Neiland’dan ibaret. Özellikle çiftlerdeki performansıyla hatırlanan Neiland 2 grand slam kazanmayı başarmıştı. Fakat bu başarıların o dönemde tenise bir yansıması olmamıştı çünkü halkın devşirme birisini benimsemesi oldukça güçtü. 2006 yılına kadar tenis adına kayda değer bir ilerleme olmadı(medya tarafından yer verilecek kadar).

2005 yılında medyanın birden tenise yönelmesini sağlayan isim Ernests Gulbis oldu. Oynadığı turnuvalarda gösterdiği performans daha da önemlisi yetenekli olması medyanın tenise yönelmesini ona ilgi göstermesini sağladı. Bu ilgi halk tarafından da karşılık gördü çünkü halk yıllardır aradığı/istediği ‘’temsil gücünü’’ onda bulmuştu. 2007’de Us Open’da gelen dördüncü tur başarısı umutların boşuna olmadığını gösterdi. 2008 yılında gelen RG Çeyrek Finali Gulbis’i dünyaca tanınan bir sporcu haline getirirken tenise karşı ilginin artmasına ve yeni birçok sporcunun yetişmesine aracılık etti. 2009 yılı Gulbis için pek başarılı geçmedi. Bu durum medya baskısını da beraberinde getirirken saha dışı olayların kariyerinin önüne geçtiği ilk yıl oluyordu.2010 yılında kariyerinin ilk ATP turnuvasını kazanarak bu baskıları biraz da olsa azalttı. 2011 yılı başarılı ve nispeten huzurlu geçirdiği son sene oldu. Ardından ‘’zeki ama çalışmıyor’’ yorumlarının kendisini esir aldığı günler başladı, bu durumun oluşmasında saha dışındaki olayların payı da oldukça fazlaydı. Letonya medyası haber boşluğunu kendisinin gece âlemleriyle doldururken tenis medyası da bu durumdan pek geri kalmadı. Psikolojik olarak pek iyi olmadığını kendisinin de ifade ettiği bu dönemde ilk 100’ün dışında kalmış ve her şeye yeniden başlamak zorunda kalmıştı.

2013 yılı bu başlangıcın ilk yılı oldu, coach değişikliği etkisini gösterirken mental anlamda da epey bir yol kaydetmişti. Zeki ama çalışmıyor imajı hala üzerinde durmasına rağmen röportajlarında sıra dışı cevaplar bulunsa da uzun süreli mülakatlarında mental anlamda gösterdiği bu ilerleme görülebiliyordu. 2013 yılının Gulbis adına tek eksiği Grand Slamlerdeki yetersiz performansı oldu. 2014 yılına bakmak gerekirse şu ana kadar korkulan olmadı ve Gulbis istikrarını sürdürdü, kariyerinde ilk kez Atp’de Top 20’de yer alması bunun bir göstergesi. Marsilya’da kazandığı zafer onun artık istikrarlı bir Top 10 oyuncusu olabileceğini bizlere müjdelerken kendisi hedefini dünyanın en iyisi olmak olarak tanımladı. Bu amacına ulaşır mı bilinmez ama ne olursa olsun kendisi saha içinde şu ana kadar kazanamadığı Grand Slami saha dışında kazanmayı başardı. 2008 sonrasında pek çok çocuğa ilham kaynağı olurken Letonya’da bir tenis kültürü oluşmasını ve yeni yeteneklerin çıkmasını sağladı.

Grand Slam kazanamayan birisini bu kadar uzun yazma sebeplerini sahaiçi nedenlerle açıklamak çok güç olsa da önemli olan kortta kazanmak değil, kort dışında kazanmaktır. Tenis kültürü oluştuktan sonra saha içindeki zaferler mutlaka gelecektir. Yıllar önce İspanya’nın yaptığı atılım bu durumun önemli bir örneği. Tenisin temsil gücü ve sporun(tenisin) artık bireyler arasında değil ülkeler arasında oynanması Gulbis’in bütün bu yaptıklarını daha da değerli kılıyor. Umarım kendisine nazar değdirdirmeyiz.

4 yorum:

sekoser dedi ki...

Paragraf denen nanenin icadına şükrettiğim zamanlar...

kirpi dedi ki...

Telefondan yollamak zorunda kalınca oluşan bazı aksaklıklar.....

turşu dedi ki...

Letonya'dan bahsedilince içim bir cız ediyor göğsüm kabarıyor gurur kaplıyor içimi ahh erasmus sen nelere kadirsin :))

kirpi dedi ki...

Sevince sahipleniyor insan :) Ben de çok sevmiştim Riga'yı, ayrıca fahri İZlanda'lı ilan ettim kendimi :D